25 Mart 2012 Pazar

Hoşcakal Bali

From Istanbul to Bali Slideshow: Sibel’s trip from İstanbul, Türkiye to 10 cities Singapur, Bangkok, Sri Lanka, Bali, Kerala, Yeni Delhi, Lao Peoples Dem Rep (near Laos, Laos), Sikkim, Darjeeling and Bodh Gaya was created by TripAdvisor. See another Tayland slideshow. Create a free slideshow with music from your travel photos.
Bugün 18 Şubat 2012 Nusalembangon adasındaki son günümüz. Duyum ile birlikte sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra birlikte dalış yapacağımız dalış merkezine gittik. Dalış malzemelerimizi ayarladıktan sonra tekneyle dalış yapacağımız yere doğru yol aldık. Dalış için birkaç alternatif vardı. Bir tanesi mantaların bulunduğu yer, diğeri molu molu balıklarının bulunduğu yer ve mağaraların bulunduğu yer. Mağaraların bulunduğu yer enteresan olabilirdi. Ancak bu mevsimde akıntı olması sebebiyle bu alternatifi bir kenara bırakmaya karar verdik. Sonunda Manta alternatifine yöneldik. Şansımız var ise mantaları görebilecektik. Sürat teknesi ile dalış yerine giderken yolda sıkı bir yağmura yakalandık. Bu mevsimde yağan yağmurlar pek uzun sürmüyordu. Zaten denizin içinde olacağımızdan yağmurun yağıp yağmuyor olması çok önemli değildi. Mantaların bulunduğu yere geldiğimizde bizden başka bir teknenin daha dalış yaptığını fark ettik. Dalış kıyafetlerimizi giyerek mantaların görünmesini bekledik. Evet bir mantanın kuyruğu suyun yüzeyinde görünmeye başladı. Sanırım mantaları görmek için dalış yapmaya bile gerek yoktu.
Dalış hocamız hemen atlamamızı söyledi. Denizin dibinde bir sürü rengârenk mercan ve irili ufaklı balıklar yüzüyordu. Maalesef mantalara rastlayamadık. Denizin dibinde keyifli bir 45 dakika geçirdikten sonra tekneye çıktık. Tekneye çıktığımızda yağmur dinmişti. Dalış kıyafetlerimizi çıkardıktan sonra tekrar otele döndük. Bugün öğleden sonra tekrar Sandy bay’e gideceğiz. Bu sefer motosiklet kiralamak yerine Sandy bay’deki Beach Club’ın aracı ile Sandybay’e gideceğiz. Sandy bay gerçekten keyif yapacağımız, huzurlu bir yer. Öğleden sonrası ve akşam yemeğimizi Sandy Bay’de geçirdikten sonra otelimizi geri döndük. Ertesi sabah erkenden buradan ayrılıyoruz. Duyum, Boston’a ben Jakarta’ya uçuyor olacağım. Uçaklarımıza binmeden önce bir Kuta şehrini gezeceğiz. Bu şekilde 9 gün içinde Seminyak, Ubud, Kuta ve Nusa Lembongan olmak üzere Bali’deki 4 farklı yeri gezmiş ve görmüş oluyoruz. Ertesi sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra bizi Kuta’ya götürecek sürat teknesine bindik. Kuta’da şöyle bir çarşı pazar dolaştıktan sonra öğlen yemeğimizi yedik. Artık havaalanına gitme zamanı gelmişti. Bizi Kuta’ya getiren Bali’li amca ile saat 12.30 gibi buluşarak Denpasar havalimanına gittik. Benim uçağım Duyum’unkine göre daha erken kalkıyordu. Dolayısıyla Duyum iç hatlar terminaline kadar bana eşlik etti. Check in yaptıktan sonra Duyum ile vedalaşıp uçağın hareket edeceği kapıya doğru ilerledim.
Endonezya’daki son günümü Jakarta’da geçireceğim. Bakalım Jakarta nasıl bir yer? Saat 14.00 gibi Jakarta’ya indim. Jakarta, nüfus sayısı açısından Endonezya’nın birinci, dünyanın ise 13. Şehriymiş. Jakarta’da kalacağım otel şehir merkezine yakındı. Taksi ile Jakarta’da kalacağım otele gittim. Bavulumu otel odasına bıraktıktan sonra Jakarta’da dolaşmaya başladım.
Önce Merdaka Square’deki National Monument sonra ise Masjid İstiklal camisini görmeye gittim. Oradan da kaldığım otele yakın olan bir alış veriş merkezine gittim. Şöyle bir etrafa bakındıktan sonra Starbucks’ta kahvem içtikten sonra otele döndüm. Jakarta büyük bir şehirdi. Çocuklara yönelik eğlence parkları, botanik bahçeler vardı. Ertesi gün kahvaltımı yaptıktan sonra metro ile Ubud’ta kaldığımız villanın müdürünün tavsiye ettiği alış veriş merkezine gittim. Alış veriş merkezi şehir merkezinden uzaktaydı. Metro dedikleri ise otobüs filosuydu. Ancak yollarda sadece otobüslere özel yol ayrılmıştı. Alış veriş merkezini şöyle bir dolaştıktan sonra iki saatlik bir masaj satın aldım. Sonra da otele gidip bavulumu alarak havaalanına doğru hareket ettim. Bugün 2 ay süren yolculuğumun son günü. Ha gittim ha gideceğim derken şimdi geri dönüyordum. Hoşcakal Endonezya, Hoşça kal Bali.. Sevgiler

Hoşça kal Ubud, Merhaba Nusalambongan

Bugün 16 Şubat 2012, Ubud’taki son sabahımız. Kahvaltımızı yaptıktan sonra sabahtan Ubud’a inip alış veriş yapacağız, öğleden sonra da Nusalembangon adasına gideceğiz. Sabah kahvaltımızı yaparken kaldığımız villanın müdürü Ally geldi. Hakkını vermek lazım, burada kaldığımız sürece bizimle çok iyi ilgilendi. Ally ile sohbet ettikten sonra Ubud’un şehrinin merkezine indik. Ubud pazar yerinde iki farklı fiyat söz konusu oluyor. Sabahtan ilk defa alış veriş yapan kişi iseniz, sizin şans getireceğinizi inanıyorlar ve size özel bir sabah fiyatı belirliyor. Bu sebeple çarşı da gezinirken “ Madam, morning price” şeklinde bir sürü çağrılar duyabilirsiniz. Size morning price dense de pazarlık yapmanızı öneririm. Satıcının talep ettiğinin minimum %50 sini söyleyin. Diyelim bir şey satın aldınız, aynı şansın tezgahtaki diğer ürünlere de bulaşması için paranızı ürünlere sürtmeye başlıyorlar. Aynı yöntem Laos’ta da uygulanıyor. Bali’ye ilk geldiğimizde Duyum, pazarlık yaptığım için beni eleştiriyordu. Çünkü söyledikleri fiyat bize göre ucuz olmasına rağmen ben yine de pazarlık yapıyordum. Gel zaman git zaman Duyum’da benim gibi pazarlık yapmanın keyfini aldı ve işin suyunu çıkarmaya başladı. Yani pazarlık işinde benden daha başarılı hale geldi.
Alış veriş maceramızdan sonra Casa Luna’da öğlen yemeğimizi yedik. Saat 13.30 gibi Wayan bizi kaldığımız villaya götürdü. Sabah alışverişlerimizi extradan satın aldığımız çantalara yerleştirdik. Saat 14.30 gibi bizi NusaLembongan adasına götürecek acentanın aracı geldi. Ubud ev halkı ile vedalaşarak Kuta’ya doğru yol aldık. Kuta’dan Nusa Lembongan’a sürat teknesi gideceğiz. Adaya sürat teknesi ile yarım saatte vardık. Kaldığımız otel tam deniz kenarındaydı.
Burada bungolav tipinde bir villada kalacaktık. Bavullarımızı odaya bıraktıktan sonra otelin müdürü ile adada neler yapabileceğimiz konusunda planlama yaptık. Ada içinde dolaşmak istiyorsak motosiklet kiralamamızı önerdi. Maalesef ben motosiklet kullanmasını bilmiyordum. Duyum bir kere kullandığı için becerebileceğimize inanıyordu. Biraz tedirgin olsam da ertesi günkü duruma göre karar vermeyi düşündüm. Nusalembangon adasına tahta dar bir merdivenle bağlantısı olan başka bir ada daha vardı. Bu adaya geçtiğinizde tam ucunda 10 metre yükseklikteki kayadan atlanan özel bir yer vardı. Oraya gitmek istiyorsak kesin motosiklet kiralamak gerekiyordu. O akşam kaldığımız otelde yemeğimizi yedik. Bize deniz kenarında özel bir yer ayarladılar. Mum ışığında romantik bir akşam yemeği yedik.
Ertesi sabah otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra şu meşhur motosikletleri görmeye gittik. Motosiklet vespa tipindeydi. Otelin müdürü motosikleti nasıl kullanabileceğimizi gösterdi. Duyum’un arkasına otururum diye düşünürken benim de kendime ait bir motosikletim oluverdi. İlk deneme fena olmamıştı ancak içimde biraz korku vardı. İçimden “Gözü yansın Sibel, Bir dene, En kötü ne olabilir ki” dedim ve Duyum ile birlikte yola çıktık. İlk önce Dream beach, sonra Sandy bay sonra da diğer adaya geçiş yapacaktık. Ama Duyum diğer adaya geçiş konusunda tereddütlüydü. Çünkü diğer adaya geçtikten sonraki yolda yokuş yukarı ve aşağı gitmek zorunda kalacağım bölgeler vardı. Ve dakika bir gol bir misali ilk dönüşümde bindiğim motosiklete hâkim olamadım ve durmak istememe rağmen gaza basmışım. Dosdoğru muz tarlasına uçtum. Zavallı muz ağaçlarından birini de katletmiş oldum. Sanırım muz ağacı benim için kendini feda etmişti. İstanbul’a dönüşümde Tema’ya ağaç bağışlamam gerektiğini düşündüm. İnsanın acı çekerken aklından böyle tuhaf şeylerin geçmesi inanılacak gibi değildi. Duyum’da benim gibi çok korkmuştu. Çünkü bir yerim kırılmış olsa seyahatimiz berbat olabilirdi. Sürekli bir şey oldu mu diye soruyordu, ben ise bir şey hissetmiyordum sanırım şoktaydım. Şokta olduğumu ve şu an için acı hissetmediğimi söyledim. Sağ ayağımın üstü boylu boyunca ezilmişti. Dream beach’e vardığımızda buz koymanın iyi olacağını düşünüyordum. İçimden “Metanetli ol ve bu tatili hiçbir şeyin bozmasına izin verme “ şeklinde kendime telkinde bulundum. Dream beach’e gittiğimizde bacağım üzerine buz koydum. Dream Beach ise ismi gibi rüya gibiydi. Denize girdikten sonra cafe’de meyve sularımızı içtik. Sonra Sandy Bay’e doğru yol aldık. Motosiklet kullanırken dönüşlerde halen zorlanıyordum. Sandy bay’in güzel bir dinlenme alanı olmasına rağmen kumsalı denize girmeye elverişli değildi. Denize girmek için kayaların üzerinden geçerek denize ulaşmanız gerekiyordu. Sandybay, yemeklerinin lezzeti konusunda da çok iddialıydı. Bunun üzerine etrafa yazılar asmıştı. Gerçekten de lezzetli bir öğlen yemeği yedik. Saat ilerlemeye başlamıştı. Blue Lagon’a yani Nusalembangon’un tahtadan yapılmış köprü ile bağlantılı olan diğer adaya gitmek için bir an evvel yola çıkmamız gerekiyordu. Korkunun ecele faydası yok diyerek motosikletlerimize binip yola çıktık. Gidiş yolu fena değildi. Rampalar vardı ama yokuş yukarı olduğu için kolaydı. Zor olan aşağıya inişti. Sonunda Nusa Lembongan’ı diğer adaya bağlayan dar köprüye geldik.
Köprünün genişliği bir metreydi. Sadece bir kişinin geçmesi için yeterli alan vardı. Stres katsayımız artmış olsa da tahta köprüden rahatlıkla geçebildik. Bundan sonrasında bayağı dik bir rampadan yukarıya çıktık. Sanırım buradan aşağıya inmek beni zorlayacaktı. Aşağı iniş yolunda Bali’lerden yardım almaya karar verdim. Sonunda diğer adanın en uç kısmına blue lagon denilen kısma geldi. Büyük bir ihtimalle burası eskiden sular altındaydı. Üzerinde yürüdüğümüz tepeler denizin çekilmesi ile açıkta kalmış deniz altı mağaralarına benziyordu. Motosikletimizi park ettikten sonra 10 m yüksekliğindeki meşhur atlama noktasına geldik. Yarım saat kadar kayaların üzerindeki cafe’de oturduktan sonra tekrar motosikletlerimizi binip geri dönüşe başladık. Aklım sürekli olarak buraya gelirken çıktığımız dik yokuşu nasıl ineceğimdeydi. Her inişte Duyum ile bu seferki dik çıkış olan mı diye konuşurken bir de baktık ki dik olandan inivermiştik. Yolculuğumuzun en korkutucu tarafı bitmişti. Artık rahat rahat akşam yemeğimizi yiyeceğimiz Sandy Bay’a gidebilirdik.
Sandy Bay’e ulaştığımızda güneş batmak üzereydi. Akşam yemeğimizi söyleyip güneşin batışını seyrettik. Gün içinde biraz stres yaşasak da çok güzel bir gün ve çok lezzetli bir akşam yemeği olmuştu. Kaldığımız otele dönüş yolumuzu nasıl bulacağımız konusunda endişelenirken bizim gibi oteline dönen bir Avusturyalı bir çift ile dönüş yolu için bize yardım edebileceğini söyledi.
Ve sonunda otelimize vardık. Bugün bayağı yoğun geçmişti. Pestilimiz çıkmış bir şekilde yatağımız yatıp uyuduk. Yarın Bali sularında dalmaca ve öğlenden sonra da kestane kebap misali dinleneceğiz. Sevgiler

Ku Te Da, Beach club

Bugün 13 Şubat, sabah erkenden kalkıp her zamanki gibi sabah meditasyonumu yaptım. Burada yaptığım meditasyonlar o etkili oluyor ki anlatamam. İnşallah eve gittiğimde bu hal aynen devam eder. Meditasyondan sonra havuzda biraz yüzdüm. Duyum’da uyanmıştı. Ailesiyle sabah skype konuşmasını yapıyordu. Mis gibi Bali kahve kokusu etrafa yayılmıştı. Buraya geldiğinizde Bali kahvesini kesin denemelisiniz. Kahvaltımızı yaptıktan sonra saate baktığımızda saat 9.30 olduğunu fark ettik. Birazdan Wayan gelmiş olurdu. Hemen eşyalarımızı hazırladık. Bu arada Wayan’da gelmişti.Ve Seminyak’a gitmek üzere yola çıktık. Seminyak hayal ettiğiniz gibi deniz kenarında, güzel dükkânların olduğu Bali’yi temsil ediyordu. Buranın meşhur Beach clublarından Ku Te Da’ya gittik. Burası biraz İstanbul’u anımsatıyordu. Keyifle meyve suyumuzu içtik. Güneş bayağı ısıtıyordu. Denizde bir iki kişi dalga sörfü yapıyordu. Dayanamayıp Bali’nin meşhur pareolarından satın aldık. Buraya geldiğinizde size tavsiyem satıcıların talep ettikleri fiyatın minimum %50 sini teklif edebilirsiniz.
Öğlen yemeğimizi de burada yedikten sonra Beach club’ın içindeki elbise satan dükkâna şöyle bir göz attık. Kıyafetler muhteşemdi. Bu arada buraya gelirken bavulunuzun yarısını boş bırakın. Özellikle kumaşlar muhteşem. Buradan bir şey satın almadan ayrılamayacağınızı baştan kabul edin.Penye kumaşlar o kadar yumuşak ki bence her insanın bedeni bu penyeleri hak ediyor. Yemeğimizi yiyip biraz daha kumsalda oyalandıktan sonra saat 16.00 gibi Wayan bizi almaya geldi. Ve bizi Seminyak’ın merkezine bıraktı. Ver elini Seminyak ve güzel dükkânlar… Tabii bir miktar alış veriş yaptıktan sonra akşam yemek reservasyonunu yaptırdığımız La Lucciola restaurantında akşam yemeğimizi yedik. Güneşin batışı mükemmeldi. Güneşin batışında birkaç fotoğraf çektirdik. Fotoğraflara baktığımızda orbalarında bizimle birlikte olduğunu fark ettik. Lezzetli bir yemek sonrasında Wayan bizi Ubud’a kaldığımız villa’ya götürdü. Bugün de çok keyifli geçmişti.
Ertesi gün sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra buranın meşhur restaurantlarından Casa Luna’da yemek dersine gittik. Casa Luna’nın sahibi Janette, Avusturyalıydı. 1973 yılında buraya gelerek tesadüfen tanıştığı bir balili ile evlenmişti. Sonra da burada krallığını ilan etmişti. Buradaki tüm dükkanların sahibi yabancılara ait. Seneler öncesi gelip buraya yerleşmişler. Balililer de sanki kendilerinden biri gibi onlara destek vermişler, sevgiyle destek vermeye de devam ediyorlar.Yemek dersinden önce morning markete gittik ve böylece Bali yemeklerinde kullanılan malzemeler, özellikle baharatlar hakkında bilgi sahibi olduk. Bugün 14 Şubat sevgililer günüydü.Ve yemek dersi almak için iki evli çiftte bizimle birlikteydi. Casa Luna’da her gün farklı yemeklerin tarifi veriliyordu. Sanırım bugün biraz şanslıydık. Restaurantın sahibi Janette yemek dersinde bizimle birlikte olacaktı. Önce bize Bali’lilerin kahvaltıda yedikleri yemeklerden ikram ettiler. Maalesef Balilerin kahvaltı lezzeti bize uymuyordu. Yurdumun güzel peynir ve zeytini gözümde tütüyordu.
Bali yemeklerinin hepsi çok güzeldi biraz zahmetliydi. Biberler, soğanlar ve baharatlardan oluşan karışım bir harikaydı. Ana karışıma hindistan cevizi helvası ilave edilerek farklı tatlar elde ediliyordu. İki saat içinde 8-9 çeşit yemek yapıldı ve tabii hepsini afiyetle yedik.Yemekten sonra Casa Luna’da soğuk meyve sularımızı da içtikten sonra buradaki Starbuck’a uğradık. Evimizin kahvesinden içerek hasret giderdik. Öğleden sonrasında kaldığımız villada biraz keyif yapmaya verdik. Havuzun kenarında egzotik meyvelerimizi da alarak keyif yaptık. Akşamüstü tekrar masaj randevumuz vardı. Eve döndüğümde en çok özleyeceğim şey masaj olacak. Bir de güler yüzlü yumuşak Bali halkı….
Akşamüstü masajından sonra akşam yemeğimizi yemek için Ubud’a Cafe lotus’a gittik. Burası da lezzetli yemekleri ile meşhur bir yerdi. Burada yemek yerken cafenin tam karşısında tapınaktaki Bali dans gösterisini de seyredebiliyordunuz. Hem yemeğimizi yedik hem de Bali dans gösterisini seyrettik. Cafe lotus’tan sonra Bali gece hayatını deneyimlemek üzere Cafe Indochina ‘e gittik. Latin müziklerin çalındığı eğlenceli bir yerdi. Salsa yapan bir sürü genç vardı. Bu akşam Ubud’da son gecemizdi ve ertesi gün Nusalembongan adasına doğru yolculuğa çıkacağız. Sanırım Ubud’u çok özleyeceğim. Duyum’un yanımda olması mı yoksa buradaki insanların yumuşaklığından mı bilmiyorum burayı çok sevdim. İnşallah bir daha gelirim. Sevgiler

Hadi Rafting’e Bir İki!

Ubud’daki ikinci günümüz, bugün heyecanlı bir gün olacağa benziyor. Önce rafting sonra da buranın meşhur şifacılarından birini ziyaret edeceğiz. Aslında Julia Robert’ın filmindeki şifacı Ketut’a gitmek istiyorduk ama Wayan, Ketut’un iyice yaşlandığını aynı anda beş kişi geldiğinde hepsine aynı şeyleri söylediğini söyledi. Bunun üzerine bizim için güvenilir bir şifacı belirlemesini istedik. Sabah yine nefis bir kahvaltı ettikten sonra rafting yapacağımız şirketin aracını beklemeye başladık. Araç tam zamanında gelmişti. Rafting şirketinin binasına vardığımızda bizi dörderli gruplara ayırdılar. Bizimle birlikte gelecek çift Avustralyalıydı. Bu arada Avustralya, Bali’ye uçak ile bir buçuk saat uzaklıktaymış. İsterseniz Bali’ye geldiğinizde bir kaç günlüğüne Avustutralya’ya gidebilirsiniz.
Rafting donanımlarını yanımıza aldıktan sonra yağmur ormanının içinden yürüyerek Ayung nehrinin kıyısına geldik. Botlarımız bizi bekliyordu. Rehberimiz dalgalı sularda giderken neler yapmamız, neleri yapmamız konusunda bizi bilgilendirdi. “Tamam hadi binebilirsiniz” komutuyla rafting maceramız başlamış oldu. Şu rafting olayı düşündüğümden de daha eğlenceliydi. Ayung nehri ise muhteşemdi. Etrafımızda kocaman kayalar ve nehre doğru eğilmiş dalları olan güzel ağaçlar vardı. Bazı bölümlerde kayaları oyarak hayvan şekilleri yapmışlardı. Bunların eskiden kalma olduğunu düşünüyorduk ki rehberimiz çok yakında zamanda yapıldığı bilgisini verdi. Olsun görüntü çok büyüleyiciydi. Sanki kırk yıllık dostuz gibi diğer botlarla yakınlaştığımızda yanlışlıkla su sıçramış numarası yapmak çok eğlenceliydi. Kimse de sınır diye bir şey kalmamıştı. 2-3 dakika içinde kanka olmuştuk. Buradan şöyle bir sonuç çıkıyordu “neşeliyken her şeyi oluruna bırakmak çok kolay”dı. Kazık kadar adamlar birden 5 yaşında çocuklara dönüşmüştü. Bu da geçmişe gidebilmenin ne kadar kolay olabileceğine işaret ediyordu. Dalgalı nehirde ilerlerken yer yer kayalara çarpıyorduk, başta biraz korksak da bir şey olmadığını anlayınca bir süre sonra çarpacak kaya arar oldu. Aradan 45 dakika geçtikten sonra botlarımızı kıyıya çekerek mola verdik. Buraya kadar her şey mükemmeldi. Diğer bottaki rehber yolun bundan sonraki aşamasında 5 metre yüksekten düşeceğimiz bilgisini verdi. Hepimiz heyecanlanmıştık, aklımız 5 metrelik düşüşteydi. Başımıza gelene katlanacaktık. Kâh gülerek kâh çığlık atarak ilerlerken önemli an gelmişti. Köşeyi döndüğümüzde bir düşüş yapacağımızı ve ardından rafting firma fotoğrafçısının fotoğrafımızı çekeceğini öğrendik. Heyecanla 5 metre düşüşü beklerken meşhur düşüşün sadece bir metren ibaret olduğu ortaya çıktı. Olsun 1 metre de heyecanlıydı. İçimden bir şey “evet 5 metreyi de deneyebilirsin ne olabilir ki” diyordu ama bu sesin 5 metreyi görünce ödü b.k.na karışacağına emindim. Rafting fikri Duyum’dan gelmişti. Rafting gerçekten de çok keyifli ve eğlenceli, her eve lazım bir aktivite. Rafting maceramız bittikten sonra tüm grup ile birlikte öğlen yemeğimizi yedik. Yemekten sonra rafting firması fotoğraflarımızı teslim ettikten sonra bizi Ubud’a kaldığımız Villa’ya bıraktı. Saat 14.30’daki şifacı randevumuza yetişebilmek için hemen duş alıp giyindik. Saat 14.00’da Wayan bizi evden aldı. Şifacı’ya vermek üzere bizim için offering hazırlamıştı. Offering denilen şey içinde çiçek olan çiçek yapraklarından yapılmış bir kaptı. Kabın içine Şifacıya vereceğiniz ücreti koyuyorsunuz. Wayan, buradaki gezimizi hep kolaylaştırıyordu. Şifacının ismi Çokurey’di. Çokurey ailesinden kalma bir sarayda yaşıyordu. Saray deyince kocaman büyük binalar aklınıza gelmesin. Buradaki saraylar 3 küçük villa ve bir tapınaktan Çokurey’in bulunduğu bölüme geldiğimizde bizden başka biri erkek biri kadın iki Avrupalının şifacının yanında oturduğunu fark ettik. Sonradan bu iki kişinin Çokurey’in öğrencileri olduğunu öğrendik. Çokurey haklı olarak bize nasıl yardım edeceğini sordu. Duyum ile birlikte birbirimize bakıp gülümsedik, aslında çok önemli bir sorunumuz yoktu. Çokurey, bizden yanıt alamayınca bana doğru bakarak gelip uzanmamı istedi. Ve bedenimdeki bazı noktalara dokunarak bastırmaya başladı. Kuvvetli bir acı hissedersem haber vermemi istedi. Noktaları bastırmaya devam ederken başıma geldiğinde zaman zaman başımın ağrıdığından bahsettim. Başımı yokladı ve “Bu sana ait değil “ dedi. Hoppala; “Bu sana ait değil” ne demekti. Kafamdan mı uyduruyordum. “nasıl yani “ diye sorduğumda,” ise çocukluktan kalan bir stres” şeklinde yanıtladı. Anladığım kadarıyla ruhuna ait değil demek istiyordu. Sonrasında ayak tabanıma ve parmaklarımın çıktığı bölüme küçük tahta sopanın ucu ile bastırmaya başladı. Üçüncü ayak parmağımın altını bastırdığında yerimden fırlayıverdim. Bunun böbreklerle ilgili olduğunu söyledi. Ben de “ evet doğru geçmişte böbrek taşım vardı ama nefes çalışmalarımı yaptıktan sonra yok oldu “ dedim. O da nefes çalışmaları yaptığım için beni tebrik etti. Bedenim üzerinde eliyle bir şeyler yaptı. Dediğine göre bizim anlayamayacağımız türden bir ameliyat yapıyordu. Çalışmasını bitirdikten sonra tekrar aynı yere bastırdığında acı gitmişti. Sonra küçük parmağımın altında bastırdı, bu sefer de acıdan ayağa fırladım. Burası yumurtalıklarla ilgiliydi. Ben de geçmişte iki defa ameliyat olduğumu yumurtalıklarımda kist olduğunu, ameliyatlardan sonra kistin tekrarladığını, sol tarafımdakinin ameliyat olmaksızın yok olduğunu sağ tarafımdakinin ise bir santim küçüldüğünü söyledim. Çokurey kafasını salladı. Ve yumurtalıklarımın olduğu bölümü gösterek “ İstersen yenileyebilirim” dedi. Pek anlayamamıştım. Bunun üzerine Fransız kadın açıklama yapmaya başladı. Ve eğer istersem Çokuray’in evrendeki kadın enerjisi ile irtibata geçerek, yumurtalıklarımı yenileyebileceğini söyledi. Ayrıca yapılacak olan çalışmanın nadiren yapılan ve özel bir ritüel olacağından bahsetti. Fransız kadına çalışma için izin verdiğimi söyledikten sonra Çokurey amcam bedenime siyah kalemle birkaç sembol çizdi ve elleriyle bedenime dokunmadan bir şeyler yapmaya başladı. Ritüel tamamlandıktan sonra küçük parmağıma tekrar dokunduğunda acının tamamen yok olduğunu fark ettim. Artık yenilenmiş olmalıydın. Benden sonra Duyum’da yere yattı. Küçükken geçirdiği rahatsızlıktan dolayı bir tarafının diğer tarafına göre daha kısa olduğu için denge bozukluğu yaşayabileceğini söyledi. Ve Duyum’unda onayını alarak dengeleme çalışmasını yaptı. Duyum’a ilave olarak beline sürmesi için bir yağ hediye etti. Şifacı Çokurey’e teşekkür ederek oradan ayrıldı.
Şifacıdan sonra kaldığımız villa’ya geri döndük. Havuzda keyif yaptıktan sonra saat 5.00 gibi iki saatlik spa randevumuz için hazırdık. Masajcılar kaldığımız villaya gelecekti. İlk önce bedenimize scrupping, sonra da Bali masajı yapacaklardı. Ben kahve scrupping, Duyum ise Hindistan cevizi scrupping’i tercih etti. Scrupping yapılırken havuzun etrafı kahve ve hindistan cevizi kokmaya başladı. Scruppingten sonra önce Bali masajı sonra da rengârenk çiceklerin yerleştirildiği banyomuzda keyif yaptık. Artık güzel bir akşam yemeği için hazırdık. Akşam yemeğinde sevgili aşçımız bize Bali yemeklerinden güzel bir demet sundu. Bu günümüz de sevgili Bali’liler sayesinde mutlu ve mesut geçmişti. Yarın Seminyak’ı gezmeye gideceğiz. Sevgiler

Tapınaklar Şehri Ubud

Singapur’dan Denpasar’a uçak yolculuğum 2 saat 10 dakika sürdü. Duyum’la buluşmayı dört gözle bekliyordum. Beni havaalanından Ubud’da kalacağımız Villa’nın şoförü karşılayacaktı. Her zaman yaptığım gibi gümrükten çıkar çıkmaz 100 usd karşılığı Bali parası satın alarak çıkışa doğru ilerledim. Üzerinde isimlerin yazıldığı tabelaları taşıyan adamlara göz attım. Beni alacak kişi tam karşımda duruyordu. Küçük bir tanışma ritüelinden sonra Denpasar havaalanından ayrıldık. Bir saat sonra Ubud’da kalacağım Villa Alamanda’dadaydım. Duyum ise Ubud’ta kalacağımız villanın keyfini çıkartmaya başlamıştı bile. Yazdan beri Duyum ile görüşmemiştik. Önce biraz hasret giderdik sonra da birlikte güzel bir Bali akşam yemeğimizi yedik. Ubud’la birlikte tatilimin lüks tarafı başlıyordu. 1,5 ay süren seyahatimi güzel bir kapanış ile sonlandıracaktım. Kaldığımız villanın 3 ayrı yatak odası, havuzu ve geniş bir terası vardı. Bir de bahçede bahçe suiti denilen bir bölüm kısım vardı. Ubud’da dostlarınızla baş başa güzel vakit geçireceğiniz bir yer ararsanız Villa Alamanda’yı deneyebilirsiniz. Hatta kişi sayısınız fazla ise tatiliniz daha da hesaplı hale gelebilir. Ayrıca villada size hizmet edecek 2 hizmetçi, 2 bahçıvan, 2 ahçı ve bir şöför de bulunmakta. Ubud, bildiğiniz Bali’nin dışında denizin olmadığı tepelerde konuçlanmış bir şehir. Her evin kendine ait bir tapınağı var. Bu sebepten buraya tapınakların şehri deniliyormuş. Halkın tamamı sürekli mutlu. Hadi bi mutlu olalım falan demek yok, zaten mutlular o kadar. Mutluluk bir tercih değil sürekli sahip olunan bir durum. Ve öyle ki bu mutluluk her tarafa sirayet etmiş durumda. Sinirlenmek, kızmak söz konusu olamıyor. Akşam yemeğinden sonra Ubud’ta geçireceğimiz günlerde neler yapacağımızı planladık. Ertesi gün 11 yy’dan kalan Elephant Cave, Monkey Forest ve Ubud’un merkezini gezeceğiz. İstanbul halkı ile skype’de konuştuktan sonra odalarımıza çekildik. Duyum villadaki büyük yatak odasını bana ayırmıştı. Şimdiye kadar orta altı yerlerde kaldığım için bunu hak ettiğime karar vermişti. Çaresiz! Kabul etmek zorunda kaldım. Kaldığımız villa yağmur ormanlarının içindeydi. İlk gecemizde kertenkelelerin olabileceği konusunda farkındalığımız olmadığından rahatça uyuyabildik. Sonraki günler yatak odamızı bizimle paylaşmak istediklerini anlayacaktık. Aslında bu yerin asıl sahibi onlardı, galiba onların rahatını bozmuştuk.
Ertesi sabah mis gibi kokan bir kahve ile uyandık. Keyifli bir kahvaltıdan sonra saat 10 gibi şoförümüz Wayan ile Ubud’ta gitmeyi planladığımız yerlere doğru yola çıktık. Wayan ismi burada ilk doğan her çocuğa veriliyordu. Ketut ismi ise doğan beşinci çocuğa veriliyordu. Bu sıralamalı isimler yanında özel isimleri de vardı. İlk durağımız “Elephant Cave”di. Mağarada yaşayan filler yoktu. Hindu tanrısı Ganesh’e hitaben bu ismi vermişlerdi. Ganesh onlar için çok önemliydi. Bilgelik ve bereketi temsil ediyordu. Elephant Cave 11yy dan beri burada olduğu halde 1920 yılında fark edilmişti.
Elephant Cave’e geldiğimizde kendimize bir rehber tuttuk. Mağaranın girişindeki havuza akan suyun insanı gençleştiriyormuş. Ve tabii ki suratımıza, kollarımıza, ellerimize sürerek gençleşme ritüelini yaptık. Sonra mağara içerisindeki meditasyon bölümüne gittik. Özellikle kasım ayında meditasyon yapmak için buraya bir sürü insan gelirmiş. Rehberimiz istersek akşam mağara içinde meditasyon yapabileceğimizi söyledi. Duyum, buradaki yerel halk tarafından çok beğenilmişti. Adeta Duyum ile birlikte fotoğraf çektirmek için sıraya girdiler. Beyaz olmamız onların çok ilgisini çekiyordu. Elephant mağarasının bulunduğu bölümde bir de Budist temple vardı ama şu an biraz yıkık döküktü.
Kalan bölümlerini ziyaret edip Buddha’ya dua ettikten sonra Monkey Temple’a doğru yol aldık. Monkey Temple, yağmur ormanının içindeydi ve içerisinde bir sürü maymun yaşıyordu. Buradayken çantanızı sıkıca kapatıp, maymunların gözünün içine bakmamak yapılacak en akıllıca hareket. Zira her an meraklı maymunlar sizi rahatsız edebilirler. Ayrıca bir sürü taştan yapılmış heykeller vardı. Heykeller o kadar canlıydı ki bu da burada yaşayan insanların sanatsal özelliklerinin ne kadar güçlü olduğuna işaret ediyordu. Monkey temple’ın içerisinde dolaşırken yeni evli bir çiftin fotoğraf çekimlerine rast geldik. Tüm Balili kadınlar gibi çok güzel bir gelin olmuştu.
Monkey Temple’dan sonra Ubud’un içini gezmeye başladık. Bu da alış veriş yapmak anlamına geliyordu. Öğlen yemeğimizi Julia Robert’in filmindeki Healer kadın Wayan’ın restaurantında yemeği düşünüyorduk. Ama ilk önce restaurantı bulmamız gerekiyordu. Uzun bir yürüyüşten sonra Wayan’ın restaurantını bulduk. Ama hava o kadar sıcaktı ki restaurantta esinti olmadığından farklı bir restaurantta öğlen yemeğimizi yedik. Öğlen yemeğinden sonra burada biraz daha oturup Duyum ile birlikte Ubud’daki diğer günlerimizi neler yapacağımızı planladık. Wayan ile buluşma zamanımız yaklaşmıştı. Hesabı ödeyip Wayan ile buluşma noktamıza geldik. Akşam yemeği için “Mozaik”restaurantında yer ayırmıştık. Evimize gidip havuzda biraz keyif yaptıktan sonra hazırlanıp akşam yemeği için yola çıktık. Mozaik fransız resturantıydı. Biraz pahalı bir restauranttı ama yine de keyifli bir akşam yemeği yedik. Ubud’daki ilk günümüz böylece tamamlanmış oldu. Çok güzel bir gün geçirmiştik. Daha önce de yazdığım gibi burada mutsuz olmak mümkün değil. Sevgiler

24 Mart 2012 Cumartesi

Hoşçakal Singapur, Merhaba Bali

Singapur’daki son günüm. Bugün öğlen saat 14.30’da havaalanında olmam gerekiyor. Sonunda Denpasar’a yani Bali’ye adımımı atacağım. Ve sevgili minik kuşumla birlikte rüya tatilimize başlayacağız. Bugün öğleye kadar Singapur’da ne mi yapacağım. Singapur’da görmediğim diğer yerleri “ Hip hop” otobüsü ile gezmeye devam edeceğim. Singapur’dan hayat pahalı ama bunun karşılığında burada yaşayanlara keyifli bir yaşam alanı sunmuşlar. Küçük bir şehir olmasına rağmen trafik sorunu çok yaşanmıyor. Örneğin paralı yollara girdiğinizde para vermek için durmanız gerekmiyor. Elektronik izleme yöntemi ile geçiş ücretini sonradan araç sahiplerinden toplu olarak tahsil ediyorlar. Ayrıca elektronik olarak trafiğin yoğun olduğu bölgeleri tespit edip trafik ışıklarında ayarlama yaparak şehrin trafiğini rahatlatıyorlar. Yeşil alanlar da çok iyi korunmuş. Örneğin şehrin göbeğinde botanik bahçesi yapılmış. Kısaca bayağı para dökmüşler. Singapur gezimi tamamladıktan sonra otelden sırt çantamı aldım ve doğruca havaalanına doğru hareket ettim. Duyum’u göreceğim için çok heyecanlıyım. İki buçuk saatlik uçak yolculuğundan sonra Denpasar’a vardım. Denpasar’a havaalanına indiğimde beni Ubud’a götürecek şoför ile buluştum. Bir buçuk ay süren orta halli bir seyahatten sonra lüks bir seyahate doğru atım atıyorum. Hem de minik kuşumla birlikte olacağım. Heyecanla onunla karşılaşmayı bekliyorum. Sevgiler

Singapur, Şehir Diye Buna Derim

Singapur’a vardığımda akşam olmuştu. Singapur’da Santa Bigus otelinde kalıyorum. Singapur’ın diğer ülkelere göre bayağı pahalı olduğu bilgisini vererek yazıma başlamak istiyorum. Otele gelir gelmez resepsiyon görevlisine burada kalacağım 2 gün boyunca neler yapabileceğimi sordum. Sanırım 2 gün Singapur için biraz azdı. 3 tam gün en idealiydi. Bir şekilde üç günü iki güne sıkıştırmam gerekiyordu. Öncelikle gitmek istediğim yerler gece safarisi ile meşhur eğlence parkı Sentosa’ydı.
Ertesi gün sabah erkenden bilet almak üzere gece safarisinin yapıldığı yere gittim. Burası şehirden biraz uzaktı ve oraya vardığımda akşam ziyaret zamanı geldiğinde biletlerin satıldığını söylediler. Çaresiz Sentosa’ya doğru hareket ettim. Sentosa daha çok çocuklara yönelik bir yerdi. İçerisinde Disneyland’in küçük versiyonu ve güzel bir plaj alanı vardı. Disneyland bölümüne şöyle bir baktıktan sonra plaj bölümüne geçtim. Plaj bölümünde ilgimi çeken tek şey trapezdi ve saat 14.00’de isteyen trapez deneyebiliyordu. Ben de saat 14.00’akadar plajda zaman geçirdim. Plajın sapsarı ince kumları ve muhteşem palmiye ağaçları vardı. Sanki cennette gibiydim. Öğlen yemeğimi yedikten sonra doğruca trapez yapılan alana gittim.
Trapez bölümünü idare edenler trapez yapmanın ne kadar kolay olduğunu söyleseler de biraz kol kuvveti gerektiriyordu. Artık oraya kadar gelmiştim. Denemeden geri dönmek olmazdı. Üç denemeden sonra ancak istenileni yapmaya biraz yaklaşabildim. Bir üç deneme daha yapsam tamamdı ancak kollarımda güç kalmamıştı. İstanbul’a döndüğümde kollarımı güçlendirmenin formulünü bulmalıydım. Sentosa’dan sonra tüm Singapur şehrini kısa zamanda gezebileceğim “ hiphop” otobüslerinden birine bindim. Hip hop otobüs bileti 24 saat geçerliydi. Biletimi saat 16.00 itibariyle aldığım için ertesi gün saat 16.00’a kadar”hiphop” otobüsleri ile Singapur şehrinin tamamını gezebilecektim.
Singapur son derece modern bir şehirdi. Üstü açık otobüsle, yüksek binaların olduğunu iş merkezini, little india, china town ve marinayı dolaştım. Marinadaki Sarina Bay oteli çok etkileyiciydi. Yan yana sıralanmış üç büyük bina üzerine sörf tahtası şeklinde casino inşa edilmişti. Casinonun yanında palmiye ağaçlarından yapılmış bahçe yapmışlardı. Sarina Bay oteli şu an dünyadaki en pahalı resorttu. “Hip hop” otobüsü ile ilk turumu tamamladıktan sonra “Gece Safari” si için yola koyuldum. Gece ormanın içinde vahşi hayvanları ziyaret etmek enteresan bir deneyim olacaktı. Bir buçuk saatlik yolculuktan sonra “Gece Safari”nin yapıldığı yere ulaştım. Bir sürü turist “Gece Safari” si için buraya gelmişti. “ Gece Safari”si dışında ateş dansları gösterisi ve hayvanların yaptığı showları da seyretme imkânım olacaktı. Ama en çok “ Gece Safari”sini merak ediyordum.
“Gece Safari” zamanı geldiğinde bizi normal golf arabasına göre oturma yerlerinin fazla olduğu araçlara bindirdiler. Araçta bizim dışımızda bir şoför ve bir de rehber vardı. Rehber hayvanlar hakkında bilgilendirme yaptı. Hayvanların hepsi boyunlarında zincir veya ip olmadan özgürce dolaşıyorlardı. İsteyen parkı yürüyerek de gezebiliyordu. Fotoğraf makinesi flaşının hayvanların gözünü kör edebileceğinden fotoğraf çekerken flaş kullanmamızı istediler ki bu da fotoğraf çekmemek anlamına geliyordu. 45 dakikalık gece safarisi deneyimim çok keyifli geçmişti. “Gece Safari”sinden sonra ateş dansı ile hayvanların gösterisini izledim. Saat 22.30 olmuştu. Artık otele dönme vakti gelmişti. Dolu dolu bir Singapur günü geçirmiştim. Sevgiler

Sabadee ( Merhaba) Vientaine

Sabah saat 7.40 uçağıyla Luang Prabang’dan Vientaine’e doğru yola çıktım. 40 dakika sonra Vientaine’deydim. Uçaktan iner inmez sırt çantamı alıp doğru taksi servisinin olduğu bölüme gittim. Laos’lu şoför amca Vayakorn Guest House’a götürürken istersem beni Vientaine’de gezmek istediğim yerlere arabasıyla götürebileceğini söyledi. Bahsettiği yerler tam da benim gitmek istediğim yerlerdi. Teklifini kabul ettim. Otele geldiğimde odam hazır değildi. Bavulumu resepsiyona bırakıp kahvaltımı etikten sonra Laos’lu amca ile Vientaine gezimize başladık. İlk durağımız Patouxay’dı. Burası Paris’teki Arc Triump’a benziyordu. Patouxay’un tam tepesine çıkıp Vientaine’i yukarıdan seyrettim. Buradan sonra That Laung Stupa ( Golden Stupa) ya gittik. Bu tapınağın stupasında Budha’nın göğüs kemiğinin bir parçası saklanıyordu. 1566 yılında inşa edilmişti. Stupa’nın etrafında üç tur attıktan sonra 1958 yılında yapılmış olan Buddha Park’a doğru yola çıktık. Buddha Park Vientaine merkezinden 25 km uzaktaydı. Yolumuz üzerinde Thailand ve Vientaine ‘i birine başlayan “ Frendship Bridge”in altından geçtik. Tam dostluk köprüsünün geçtiği yerdeki Mekong nehrinin altında altın madeni vardı. Altın madenini Avusturyalı bir şirket işletiyordu. Laoslu amcanın söylediğine göre maden gelirinin %60 ı Laos, %40 ı ise Thailand’a veriliyordu. Yol üzerinde içerisinde altınların olduğu containerlar park etmişti.
Buddha Park bayağı etkileyiciydi. Parkın içinde Buddha heykelleri ile birlikte Hindu tanrılarının heykelleri de yer alıyordu. Buraya gelen halk Buddha heykelinin yanındaki yuvarlık bir kutunun içindeki çubukları sallayarak seçtikleri çubuğun üzerindeki numaraya ait kâğıdı alıp okuyorlardı. Kâğıtta yazılanları anlamasam da ben de aynısını yaptım. Otele gittiğimde resepsiyondaki çocuklardan tercüme etmelerini rica edebilirdim. Burada yarım saat kadar kaldıktan sonra dönüş yoluna geçtik. Merkeze geldiğimizde ilk durağımız Wat Si Saket tapınağı oldu. Burası tapınaktan çok türbeydi. Burada 15-16 yy’dan kalma yüzlerce Buddha heykeli vardı. Geçmişte Buddha’ya ikram (offering) edecek bir şeyi olmadığından Si isimli kadın kendini Buddha’ya sunmuştu.
Ve şimdi Si’nin mezarı buradaydı. Si’nin türbesinin başını bir leylek bekliyordu. Burası Lao halkı için kutsal bir yerdi. Rahipler isteyenleri okuyordu. Ben de Laos Halkıyla birlikte dua sırasına girdim. Rahip duasını okuyup başıma su serptikten sonra bileğime beyaz bir iplik bağladı. Beyaz iplik, bedeni koruyan ruh bekçileri anlamına geliyordu.
Son durağımız Horprakeo Tapınağıydı. Horprakeo’ya gitmeden önce onun tam karşısındaki tapınağı da görmeye gittim. İndochina savaşından kurtarabildikleri Buddha heykellerini sakladıkları özel bir bölüm vardı. Buradaki gezimi tamamladıktan sonra Horprakeo tapınağına geçtim. Horprakeo tapınağından sonra Vientiane gezip görülecek bir şey kalmamıştı.Lao’lu şoför amca beni otele bıraktı. National museum dışında Vientaine gezim yarım günd bitmişti. Anlaşılan Vientaine’i görmek için tam bir gün yeterliydi.
Vientaine’deki son günüm yazılarımı yazmak, masaj yaptırmak ve morning marketi ziyaret etmekle geçti. Vientaine ile birlikte Laos gezim burada son buluyor. Bir sonraki durağım Singapur olacak Singapur’da görüşmek üzere Sevgiler

Hoşça kal Luang Prabang

Luang Prabang’taki son sabahımda, otelden tam çıkıyordum ki İngiliz bir amca tarafından lafa tutuldum. Ve onunla birlikte otelde kahvaltı yapmak zorunda kaldım. İngiliz amca, bugün Luang Prabang’tan Chaing Mai gidecekti. Laos’tan Bangkok’a ucuz uçak biletleri hakkında bilgi verdi. Aslında macera olsun diyorsanız Thailand’dan Vientaine’e yürüyerek dahi geçebilirsiniz. Köprüden geçerken altın madeninin çıkartıldığı bölgeyi de görebilirsiniz. Altın madeninin bu ülkede oluşu geçmişteki yapılan savaşlarının altında yatan gizli neden olabilir. Ne dersiniz?
Son günümde Wat Wisolamat tapınağını gezmeğe gittim. Bu tapınak 1800’lerde yapılmış olmasına rağmen içerisindeki Buddha heykelleri 15-16 yy’dan kalmaydı. Tapınağın bahçesindeki That Pathumstupa ise 1514 yılında inşa edilmişti. Buradaki stupa için cennetteki en yüksek stupayı temsil ettiği söyleniyordu.Tapınağın içerisindeki büyük Buddha heykelinin sağ tarafında üç beş tane küçük Buddha heykeli vardı. Bunlara “ Wishing Granted Buddha”deniliyordu. Dilediğiniz şeyin olmasını sağlayan Buddha’lardı. Ancak dileğinizi diledikten sonra Buddha heykellerinden birini kaldırmanız gerekiyordu. Heykeli kaldırabilirseniz dileğinizin olacağı anlamına geliyordu. Hemen bir dilek diledim. Heykellere dokunmamız istenmiyor olmasa da bu durumu kontrol edecek herhangi bir sorumlu da görevlendirilmemişti.
Ben de şeytana uyarak kuralları çiğneyip diğerlerine göre daha hafif olan Buddha heykelini kaldırdım. Kuralları çiğnemiş olmamdan dolayı dileğim gerçekleşip geçekleşmeyeceğini zaman gösterecekti. Öğleden sonra, Luang Prabang’taki cafeleri dolaşıp gezi yazılarımı yazdım. Akşam her zamanki gibi Watmay Souvannapouram’a gidip rahiplerin dualarını dinledim. Benim Laos’lu bayan ertesi akşam saat 20.30 da gelmemi talep etti. Yarın tüm budist camiası için özel bir gündü. Ertesi gün Vientaine’e gideceğimi söyleyerek verdiği bilgi ve gösterdiği dostluk için teşekkür ettim. İngilizceyi çok iyi bilemediği için benden özür dileyerek bana iyi yolculuklar diledi.Burada bulunduğum 4 gün boyunca benim tapınak dostum olmuştu. Ne yapın edin Luang Prabang çok turistik olmadan buraya gelin. Yollar yapılmaya başlanmış....haberiniz olsun. Hoşçakalın Sevgiler

Gün Doğarken, Rahiplerle Birlikte

Bugün Luang Prabang’taki üçüncü günüm. Buradaki tapınakların enerjisi o kadar farklı ki, 10 dakika süren bir meditasyon evde yaptığım bir saatlik meditasyonlara bedel. Aranızda “Su Büken” filmini seyreden var mı bilmiyorum. Su büken çocukken birçok sınavdan geçirilir ve Avatar olduğu anlaşılır. Böyle bir sorumluluğu almak istemediği için yaşadığı yerden kaçıp gider. Yıllar sonra su elementi halkı onu buzulların arasında bulur. Avatar güçlerini nasıl kullanacağını bilememektedir. Çünkü eğitim almadan köyünü terk etmiştir. Ateş halkı su halkını yok etmeye geldiğinde saldırıyı tek başına nasıl önleyeceğini bilemediğinden meditasyon yapmaya karar veriyor. Meditasyon yapacağı yerin kutsal bir yer olması gerektiğini söyler. Ve içinde kutsal bir ruhun bulunduğu balığın yaşadığı bir mağaraya onu götürüyorlar ve orada meditasyon yaparak aradığı yanıtı bulur. Sanırım avatarda olduğu gibi Kutsal yerlerde meditasyon yapmak kesinlikle meditasyon kapasitenizi arttırıyor. Neyse bu kadar meditasyon edebiyatına bırakıp Luang Prabang’a dönelim. Bu sabah saat 5.30’da yataktan kalktım.
Amacım buradaki rahiplerin özel ritüeline katılmaktı. Bu özel ritüel Buddha’nın zamanından beri aynen uygulanmaya devam etmiş. Buddha bu ritüeli, insanların içlerindeki cömertliği hatırlamaları, rahiplerin de rahip olma yolunda olanlara alçak gönüllüğü, tevazu sevgi ve şükranı öğrenmeleri için başlatmış. Ritüel şöyle; Pilav, meyva vb gibi içinizden her ne geliyor ise satın alıyorsunuz ve güneş ağarmak üzere iken önünüzden rahiplere ikram ediyorsunuz. Rahipler kendilerine ikram edilen her ne ise kesinlikle kabul etmek zorundalar. İkramı yaparken rahiplerle göz temasında bulunmamanız, temiz giyinmeniz ve hiç konuşmamanız isteniyor. İşte ben de o sabah erkenden Wat Xieng Thong’a doğru yürüdüm. Wat Xieng Thong tapınağı1560 yılında Kral Setthathirat tarafından yaptırıldığında saray olarak kullanılmaktaymış. Bu tapınağın en meşhur yeri mozaikten yapılmış yaşam ağacı figürü. Şu yaşam ağacı figürü de hayatıma arada sırada hayatıma girip çıkıyor. İlk olarak Kudüs’te seramik yapan bir adamdan üstünde yaşam ağacı figürü olan küçük bir seramik satın almıştım. O zamanlar bunun yaşam ağacı olduğunu bilmiyordum. 8 yıl sonra sevgili dostum Semra üzerinde ağaç figürü olan kilden yapılmış seramik bir hediye etmişti. 2009’da çıkan Gerçeğiniz Arzu ve İsteklerinizdir isimli kitabımın kapağına üzerinde dilek kurdeleleri olan bir dilek ağacı olması konusunda ısrar etmiştim. Şimdi de burada mozaik yaşam ağacı. Hadi bakalım.
Wat Xieng Thong tapınağına geldiğimde hava henüz aydınlanmamıştı. Laos’lu bayandan pilav ve meyve satın alıp rahipleri beklemeye başladım. Benim gibi bu ritüele tanık olmak isteyenlerin sayısı gittikçe artmaya başladı. Herkes büyük bir merakla rahipleri bekliyordu. Saat 6.50 gibi rahipler göründüler.. Herkes büyük bir saygıyla diz çökerek rahiplere yiyeceklerini sundular. Bir ara Laoslu küçük çocukların da bizim gibioturmaya başladığını fark ettim. Bazı Rahipler bizlerden aldıkları yemekleri çocuklara vermeye başladılar. Hepsi çok şekerdi. İki ellerinin avuçlarını iç içe birleştirip rahiplerin suratına bakmadan önlerindeki sepetlere yiyecek bırakılmasını bekliyorlardı. Bu dilenmekten öte bir şeydi. Bu durum karşısında insanın duygusallaşmaması mümkün değildi. Derin nefes alarak kendimi sakinleştirmeye ve o duygunun içine girmemeye çalıştım. Ama nafile.. Bence burada bir ay boyunca bu ritüeli katılın kibrin “K” sı kalmaz .
Bu anlamlı ritüel tamamlandıktan sonra Wat Xieng Thong tapınağını dolaştım. Bahsettikleri mozaikten yapılmış yaşam ağacını ve tapınağın içindeki buddha heykellerini gördüm. Ayrıca Tapınak içerisindeki binalardan birinin içinde başında ejderha heykeli bulunan büyük bir gemi yerleştirilmişti. Her şey çok etkileyiciydi. Wat Xieng Thong tapınağını gezdikten sonra Phu Si tapınağına doğru yürüdüm. Tapınağa gidebilmek için 300-400 basamaklı merdiveni çıkmanız gerektiğinden sabah serinliğinde burayı gezmek akıllıca bir seçim olacaktı. Bu yüzden kahvaltımı yapmadan Phu si tapınağını ziyarete gittim. Tapınağın bulunduğu bölümden tüm Luang Prabang izlenebiliyordu. Tepedeki tapınakta dua ettikten sonra aşağıya inmeye başladım. Aşağıya indiğimde Türkçe konuşan dört kişiye rastladım. Ve gülerek merhabalaştım. İçlerinden bir tanesi sizi çıkaramadım nereden tanışıyoruz demez mi? Türk olduklarını duyunca merhaba dediğimi ilettim. Az daha merhaba dediğim için özür bile diyebilirdim. FEST tur ile Laos’a gelmişlerdi. Sizi nereden tanıyorum diyen bayan bu sefer de eğer Türkçe konuşmak istersem tapınağın giriş kapısında konuşmaya meraklı türk arkadaşları olduğunu bilgisini verdi. Gülümseyip teşekkür etmekten başka alternatif bırakmamıştı. Konuşmaya meraklı olan diğer bayanların keyfini bozmadan aynı komplexin içindeki Wat Tham Phu Si’yi görmeye gittim. Burası da duvarlarındaki resimleri ile meşhurdu. Unesco, burayı da koruma altına almıştı.
Phu si’den sonra Royal Place Museum’a gittim. Burada da krallık zamanında kullanılan eşyalar sergileniyordu. Kral ve kraliçenin odası, misafir kabul salonu ve diğer kraliyet eşyalarını ziyaret ettim. Müzenin bir bölümünde, diğer ülke temsilcilerinin Laos kralına verdiği hediyeler sergileniyordu. Gümüşler, porselenler hepsi de özel parçalardı. Amerikaya ait olan bölüme geldiğimde üzerinde Ay’a giden ilk defa uzay aracının maketi olan plaket dikkatimi çekti. İçimden şu Amerikalılar “Ne reklamcı memleket”diye düşünürken, uzay mekiğinin yanında küçük bir Laos bayrağı dikkatimi çekti. Ve Amerikalıların uzaya giderken Laos bayrağını da yanlarına aldıkları bilgisi yer alıyordu. Ben de boşu boşuna Amerikaların günahını almıştım. National Museumdan sonra sabah kahvaltımı yapıp tapınak gezime devam ettim. Ve o gün Wat Wisunalat tapınağı dışında Luang Prabang’taki tapınak gezimi tamamladım. Güneş, şiddetini arttırmaya başlamıştı. Otele gidip biraz dinlenmeye karar verdim. Akşamüstü olup hava serinlediğinde tekrar dışarı çıktım, bu sefer Mekong nehrinin etrafını dolaştım. Mekong Nehrinin en dar olduğu bölgede bambudan bir köprü inşa etmişlerdi. Köprüyü geçince karşı tarafta yabancılar için plaj alanı oluşturulmuştu. Yabancılar güneşlenip nehirden yüzüyorlardı.
Buraya geldiğinizde Mekong Nehri plajına da uğramanızı tavsiye ederim. Nehirde yüzmek gerçekten de çok zevkli olabiliyor.O gün akşam yemeğimi de yedikten sonra gece hayatına katılmadan otele dönüp yazılarımı yazdım. Yarın Luang Prabang’ta son günüm. Sevgiler

Mekong River ve Pak Ou Mağarası

Bugün Luang Prabang’taki üçüncü günüm. Kahvaltımı Ancient bon cafede yaptıktan sonra Pak ou mağarası gezisi için seyahat acentasına gittim. Pak Ou mağarasına Mekong nehrinden kalkan motorlu teknelerle gidiliyordu. Pak Ou mağarasına gitmek için Nam Ou nehrinden geçecektik. Bindiğim teknede benim gibi yalnız seyahat eden Japon bir bayan, İtalyan ve Fransız çift olmak üzere toplam 6 kişiydik. İlk durağımız viski, şarap üretimi yapan bir köydü. Hani içerisinde akrep ve böceklerin olduğu viskiler var ya onları üretiyorlardı. Viskiler şaraba göre daha lezzetliydi. Yapılan o kadar sunumdan sonra tadımlık ufak bir şişe viski satın aldım. Bali’deyken Duyum ile birlikte içebilirdik. Viskilerimizi satın aldıktan sonra köyün içinde dolaştık. Köy gezimizi tamamladıktan sonra tekrar teknelerimize döndük ve bir saatlik tekne yolculuğundan sonra meşhur Pak Ou mağarasına ulaştık.
Laos’taki savaşlar sırasında buddha heykellerini Pak Ou mağarası korumuştu. Aşağı ve yukarı olmak üzere iki farklı mağara vardı. İki mağara da etkileyiciydi. Kimin aklına gelirdi ki nehrin kenarında kayadan yapılmış dağın içindeki bir mağarada bir sürü buddha heykeli. Artık Luang Prabang’a dönüş vakti gelmişti. İki saat süren yolculuktan sonra tekne bizi aldığı yere bıraktı. Teknedeki dostlarımla vedalaştıktan sonra Kuang Si şalelerine gitmek üzere seyahat acentasına doğru hızla yürüdüm. Saat 13.30 du ve benim 13.0 da acentada olmam gerekiyordu. Neyse ki geç kalmamıştım. Araç diğer katılımcıları almak üzere diğer otellere gitmişti. 10 dakika sonra beni almak için tekrar seyahat acentasına geleceğini öğrendim. Aracı beklerken kendime lime shake ısmarladım. Bu arada Shake ve wrapin en güzel örneklerini Luang Prabang’ta bulabilirsiniz.
Yarım saatlik araç yolculuğundan sonra Kuang Si şelalesine vardık. Şalelere doğru giderken koruma altına alınmış ayıların bakıldığı bölümden da geçtik. Ayılar özel hazırlanmış hamaklarda keyif yapıyorlardı. Şelale ise ayrı bir güzeldi. Ancak su çok soğuktu. Buraya gelip de şelalede yüzmemek aptallık olacaktı. Ve soğuğa rağmen kendimi şelalenin serin sularına bıraktım. Su soğuktu ama hemen alışıyordunuz. Şelaleden geri dönerken ağacın tepesinden ip yardımıyla şelaleye atlanan bir bölüm olduğunu fark ettim. Bir daha mayo giyip çıkar yapmak istemediğimden sadece atlayanları seyretmekle yetindim. Bugünkü gezimde burada bitmişti. Otelde duşumu aldıktan sonra akşam duası için Watmay Souvannapouram’a Tapınağına gittim.
Bu sefer Laos’lu hatunda gelmişti. Selamlaştık. Duadan sonra akşam yemeğimi yedikten sonra otele gidip uyudum. Bugün bayağı yorulmuştum. Yarın serbest günüm. Keyfime göre Luang Prabang’ı gezeceğim. Sevgiler

Fillerle Yüzmek

3.Şubat 2012 sabah erkenden kalkıp Ancient Bon Cafe’de kahvaltımı yaptım. Bugün fillerle banyo yapıp, laos köylerini gezeceğim. Benimle birlikte bu geziyi satın alan 6 kişi daha vardı. Rehberimizle birlikte toplam sekiz kişiydik. Hep birlikte tuktuka binip, kayaking gezimizin başladığı yere doğru yol aldık.
Yolda giderken kayaking malzemelerini aldık. Benim dışında herkes kayaking yapmayı dört gözle bekliyordu. Sürekli kürek çekmek genelde tercih edeceğim bir aktivite değildi. Filler ve Laos köylerini merak ettiğimden gezinin bu kısmını mecburen kabul etmiştim.
Kırk beş dakika süren tuktuk yolculuğundan sonra Mekong Nehrine kıyısı olan bir yere geldik. Kanolarımızı nehre indirdik. Kanolarımıza bindiğimiz yerde bizim gibi hareket etmeye hazır motorlu tekneler de vardı. Belki de aynı seyahati motorlu teknelerle yapmak sanki daha mantıklı olacaktı. Ne yapalım. Önce karar verilmişti. Kanolar iki kişilikti ve grubun içerisinde en şanslı olan bendim. Çünkü Kanodaki eşim Laos’lu rehber çocuk olacaktı. Ben ön tarafa oturdum. Çünkü kayakingte zayıf halka öne oturuyordu. Önde oturan sadece kürek çekiyor arkadaki ise kürek çekmenin yanında yön ayarlaması da yapıyordu. Mekong nehrinde yabani hayatın içinden geçerek ilerlemeye başladık. Etrafımızda yosun ve karides toplayan, balık tutan Laoslulardan başka kimse yoktu. Sessizce nehirde ilerliyorduk. Tur rehberimizin keyfi yerindeydi. Arada bir diğer kanodaki Avusturyalılar ile yarış yapma girişiminde bulunuyordu. Ben de bu girişime mecburen ortak oluyordum. Kırk dakikalık kürek çekme maceramızdan sonra bir köyün kıyısında kanolarımızı park ettik. Ormanlık bir alanda yürüdükten sonra şalelerin olduğu bir alana geldik. Burası fillerle gezinti yapacağımız yerdi. İsteyen ağaçlara tırmanıp şalelerin üzerinden Tarzan misali halat ile sallanarak orman yaşamını deneyimleyebilirdi.
Ben filleri tercih ettim. Benim fil, 6 yaşındaydı. İsmi ise Kachandı. (İsterseniz Laos’ta fil bakıcılığını (Mahoutluk) öğrenmek için 1-5 gün süren kurslara katılabilirsiniz. ) Ormanda Kachan ve bakıcısı ile birlikte gezinti yaptıktan sonra banyo yapmak üzere hazırlanmaya başladık. Kachan diğer filler gibi muzu çok seviyordu. Elimdeki tüm muzları kendisine vermemi istiyor, hepsini aynı anda yiyemeyince de ağzının kenarında depoluyordu. Sanki muzlar kaçacak gibi kendince önlem alıyordu. Otelden çıkarken mayomu içime giymiştim. Şortumu çıkarttıktan sonra Kachan’ın sırtına bindim. Birlikte göle doğru hareket ettik. Biraz heyecanlıydım. Göle girdikten sonra Kachan’ın bakıcısı yanımızda olmayacaktı. Kachan yavaş yavaş göle doğru ilerlemeye başladı. O kadar nazikçe adım atıyordu ki kendimi normal yolda ilerliyormuş gibi hissettim. Şelalenin derin bölümüne doğru yavaş ilerledik. Artık Kachan’ın ayakları yere değmiyordu. Ben ise Kachan’ın sırtındaydım. Kachan birden bedenini suyu daldırdı ve ben de onunla birlikte gölün içine doğru çekiliverdim. İşte o an panikledim. Çünkü nefes almak için yukarı çıkacağımız zamanı Kachan biliyordu. Büyük bir ihtimalle 30-40 saniye kadar suyun içinde kalmıştık ama bu süre bana daha uzun gelmişti. Neyse ki sonunda yukarı çıktık ve Kachan ile gölün içinde birlikte yüzdük. 20 dakikalık banyo keyfimiz çok güzel geçmişti.
Kachan’a ve bakıcısına teşekkür edip grubun diğer üyelerinin olduğu bölüme gittim. Öğlen yemeğimizi yedikten sonra tekrar kanolarımıza binip Mekong nehrindeki yolculuğumuza devam ettik. Mekong nehri gerçekten de çok büyüleyiciydi. Tamamen yabani hayatın içindeydik. Her şey çok güzeldi ancak Mekong nehrinin sakinliği bizi bayağı terletmişti. Hababam küreklere asılmamız gerekiyordu. Diğerlerine göre ben biraz daha rahattım. Laoslu rehberimiz yorulduğumu anlayınca dinlenmemi söylüyor, ben dinlenirken o kürek çekmeye devam ediyordu. Avusturyalılar ise zor anlar yaşıyordu. Yolumuz yarısına geldiğimizde nehirde biraz yüzdük ve sonra tekrar yolumuza devam ettik. Rehberimiz destek veriyor olsa da çok yorulmuştum. Sağ kolum ağrımaya başlamıştı ki artık inme vakti geldiğini öğrendim. Kanoları tuktuk’a yerleştirdikten sonra dönüş yoluna geçtik. Dönüş yolu gelişe göre daha kısa sürmüştü. Büyük bir ihtimalle arabayla geldiğimiz yolun büyük kısmını kano ile gelmiştik. Kanoları aldığımız yere bıraktıktan sonra şehrin merkezine doğru yola açıktık. Dönüş yolunda gruptaki evli çiftle sohbete başladık. Benim nereli olduğumu ve nereye gittiğimi sordular. Onlarda benim gibi Laos’tan sonra Bali’ye gidiyorlardı.Bali’de dalış konusuna geldiğimizde sohbete Avusturyalılar da katıldı. Onlar da Nusa Lembongan adasında bulunmuşlardı. Bir sürü manta ve molu molu denilen büyük balıklarımı göreceğimi söylediler. Şehrin merkezine geldiğimizde grupla vedalaştım ve doğru otele gidip duş aldım. Duş aldıktan sonra ver elini masaja. Masajdan sonra söz verdiğim gibi akşam duası için dün akşam gittiğim Watmay Souvannapouram tapınağına gittim. Tapınağa gittiğimde Laos’lu bayan ortada yoktu. Sanırım ekilmiştim. Tek başıma duayı dinlemek güzeldi. Akşam yemeğimi night marketin yakınındaki sokak restaurantlarından birinde yedim. Güzel ve değişik bir gün olmuştu. Laos’taki ikinci günüm de böylece sona ermiş oldu. Diğer günlerde görüşmek üzere Sevgiler