31 Ocak 2012 Salı

Kış Mevsiminde Yazı Yaşayabilirsiniz..... Kerala; Varkala Beach

Bugün 21 Ocak.2012, üç gündür Varkala ‘dayım. Hava sıcaklığı 32-33 derece. Varkala’nın gezilecek tarihi eser, temple vesairesi yok. Sadece ince kumlu güzel plajları var.
Otelleri tepede inşa etmişler, denize girmek isterseniz taştan merdivenlerle aşağıya kumsala iniyorsunuz. İstanbul’da kar yağıyor ve ben ise Varkala plajında güneşleniyorum. Buradaki kalışım normal rutin seyahatlerimden farklı oldu. Sanki yazlık evimde gibiyim. Telaş yok, şurayı göreyim, buraya gideyim yok. Bol bol tembellik ve keyif yapmaca vardı. Şu an saat 18.00 ve püfür püfür rüzgâr esiyor, lime sodamı içip güneşin batışını seyrediyorum. Siz de kış mevsiminde yazı yaşamak isterseniz Varkala’ya gelin. Varkala’da neler mi? var. Kerala bölgesi ayurvedik masajın doğduğu yer olması sebebiyle ayurvedik masajı deneyebilirsiniz. Burada en pahalı masaj 25 usd. O da dört elle iki kişinin aynı anda yaptığı bir masaj türü. Ayrıca el ve ayaklarınıza henna ( geçici dövme) yaptırabilirsiniz. İsterseniz yoga ve meditasyon kurslarına katılabilirsiniz. Tüm kumsalı tepeden seyrederek yürüyüş yapabilirsiniz. Alış veriş olmaz ise olmaz diyenler için rengârenk kıyafet, yarı değerli taşlar satıldığı bir sürü dükkân var. İsteyen kendi bedenine uygun elbise dahi diktirebilir. Geceleri live music çalan yerler var. Tam anlamıyla yazlık bir yer burası.
Bugün başımdan geçen enteresan bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum. Buranın denizi Kilyos’a çok benziyor. Arar ara kıyıya doğru kuvvetli dalgalar olabiliyor. Dün denize girdiğimde denizin dibinde çok enteresan bir deniz kabuğu görmüştüm. Bu deniz kabuğunu almak için denizin dibine elimi uzattım ama maalesef büyük bir dalga gelip denizin dibindeki kumları havalandırdı. Denizin dibi görünmez hale geldi. Bir müddet bakındım artık kabuğu göremiyordum. Sürekli dalgalar gelmeye devam ediyordu. Ne yapalım kısmet değilmiş dedim denizden çıkıp güneşlenmeye devam ettim. Bugün güneş şiddetini azalttığında saat 15.00 gibi kumsala indim. Biraz sıcaklayınca denize girmeye karar verdim. Denizden çıkarken kıyıda ne gördüm dersiniz. Dünkü deniz kabuğu deniz kıyısındaki kumların arasındaydı. Sabahtan beri kimsenin onu görmemiş olması daha da enteresandı. İçinde herhangi bir canlı olup olmadığını kontrol ettim. Canlı yoktu rahatlıkla bu kabuğa sahip çıkabilirdim.
Varkala Plajında zaman zaman evleri ile birlikte dolaşan kabuklu canlılara rastlayabilirsiniz. Burada insanlar deniz kabuğunun içinde canlı var ise deniz kabuğunu almıyor olmalılar ki rahatça kumsalda dolaşabiliyorlar. Kabuklular dışında bir de yengeçler var. Sahilde kumların üzerinde bir sürü delik var işte o deliklerin hepsi yengeçlerin saklandıkları yengeç mağaraları. Kimse olmadığı zaman mağaralarından dışarı çıkıp yan yan yürümeye başlıyorlar. Birisinin onlara baktığını anlar anlamaz hemen en yakın çukurun içine girip saklanıveriyorlar. Çok şekerler. Başta çekinmedim desem yalan olur ama onların benden daha endişeli olduklarını fark edince endişelenmenin gereksiz olduğunu anladım. Artık Güney Hindistan’daki plaj maceram sona eriyor. Yarın Trivandrumdaydım.
Kutsal Shri Padmanabhasvamy Tapınağını da gördükten sonra buradan ayrılıyorum. Kutsal ShriPadmanabhasvamy tapınağı 18.yyda yapılmış, Hindu değilseniz içeri giremiyorsunuz. Bu kutsal yeri sadece dışarıdan görüp fotoğrafını çekebileceğim. Trivandrum ile birlikte Hindsitan gezim tamamlanmış oluyor.Buralara gelmek isterseniz hindistangezi.com sitesindeki bilgilerden ve Sevgili Zafer Bozkaya'nın rehberliğinden faydalanmanızı öneririm Sri Lanka’da görüşmek üzere Hoşcakalın.

21 Ocak 2012 Cumartesi

Backwater Kanal Turu

Bugün 19.Aralık 2012. Sabah saat 8.00 gibi kanal turunu organize eden şirketin aracı beni otelden aldı. Civardaki otellerin önünde durup benim gibi kanal turu yapacakları topladık. Ve hep birlikte kanal turunun yapılacağı yere gittik. Backwater turu 2 aşamalı yapılacaktı. Sabahtan dar uzun kayık ile öğlenden sonra ise daha büyük tekne ile kanalları gezecektik. Sekizer kişilik 2 ayrı grup halinde tahtadan yapılmış dar kayıklarla kanal turumuza başladık. Benim bindiğim kayıkta Ukraynalı, Alman, İngiliz turistler vardı. Diğer kayıkta ise 24-25 yaşlarında sekiz Yeni Zelandalı genç vardı. Yeni Zelandalı grubun yedisi erkek biri kızdı.
İlk durağımız Hindistan cevizinden halat yapan bir ailenin yaşadığı köydü. Bize Hindistan cevizinden nasıl halat yapıldığını gösterdiler. Halat yapımının gerçekten de enteresan bir süreci vardı. Dar kanallar arasında ilerlerken burada yaşayan halkın yaşamını daha yakından izleyebildik. Kanallarda yaşayan aileler kanal suyunda hem çamaşır hem bulaşık yıkıyor, hem de banyo yapıyorlardı. Bahçelerinde ise baharat, meyve ve sebze yetiştiriyorlardı. Bir sonraki durağımızda baharatların yetiştiği yere uğradık. Önce kahve ve biber ağacını sonra da tarçın ağacını gördük. Tarçın ağacını sert bir şey ile hafifçe kestiğinizde burnunuza buram buram tarçın kokusu geliyordu. Sonra kolesterole çok iyi gelen Karambola meyvesinin yetiştiği yeri gördük. Karambola çarliston biberine benziyordu. Tadı mayhoş yani ekşiydi. Sonra Great Fruit dedikleri meyveyi tattık. Bir de Hindu duaları yaparken kullandıkları holly maydanoz var tabi. Rehberimiz her Hintlinin evinde holly maydanoz olduğunu söyledi. Old spice parfumunun yapıldığı yaprağı gördük. Yaprağı elinizde ovaladığınızda gerçekten de Old Spice kokusu geliyordu. Çevrede bir sürü horoz, tavuk, keçi ve inekte yaşıyordu. Bazı ineklerin boğaya benzeyen boynuzu vardı. Son olarakta Kaju hakkında bilgi verdi. Kaju, iki bölümden oluşuyordu. Bir tanesi dolmaya benzeyen büyük bölüm, diğeri ise iri baklaya benzeyen bölümdü. İri bakla şeklindeki bölüm dolmaya benzeyen kısma saplanmış gibiydi. Baklaya benzeyen yani içerisinde kaju kuruyemişinin bulunduğu bölüm zehirliymiş. Tek bir kajuya ulaşmak adına zehirli kısmı çıkartmak için uzun çalışmalar yapılıyormuş. Bu şekilde kajunun neden bu kadar pahalı olduğu da anlaşılmış oldu. Kajunun dolmaya benzer diğer kısmından ise istenir ise içki yapılabiliyormuş.
Baharatlar bölümünü tamamladıktan sonra yolculuğumuzun geri dönüşü de başlamış oldu. Dönüş yolunda Kingfisher kuşunu ve kanalların arasında yüzen yılanları gördük. Öğlen yemeğimizi ise hindistan cevizi ağaçlarının bulunduğu küçük bir adada yedik. Yemek servisini muz yaprakları içinde yaptılar. Pilavla birlikte değişik sebze karışımları ikram ettiler. Son olarak ta bizim sütlaca benzeyen buraların meşhur tatlısı ile birlikte muz ikram ettiler. Biraz yemeği fazla kaçırmışım. Öyle ki gezinin öğleden sonraki bölümde gözlerimi dinlendirmek isteyebilirim.
Öğleden sonraki kanal turumuzda sabahkine göre daha büyük bir tekneye bindik. Bu sefer Yeni Zelandalı grupta bizimle birlikteydi. Tam anlamıyla kanal turunun keyfini çıkardılar. Kâh zıpladılar kâh yüzdüler, kısaca gezinin suyunu çıkardılar. İçlerinden benim eski deli halime benzeyen çocuk onunla birlikte ters ve yüz atlama şeklini denemem konusunda ısrar etti. Beden dilim biraz evet der gibi olsa hemen atlama pozisyonuna getirilebilirdim ki çok şükür ki bedenim ondan istendiği gibi davrandı. Yarım saat sonra aynı çocuk yanıma gelip nereli olduğumu sordu. Türkiye deyince ağustos ayında İstanbul ve Bodrum’da bulunduğunu ve Bodrum’u çok beğendiğini söyledi. Böylece suya atlama riskim tamamen ortadan kalkmış oldu. Akşam saat 16.00 gibi turumuz bitti. Akşamüstü otele geldiğimde duşumu alıp akşam yemeği için merkeze doğru yürüdüm. Old Court Yard denilen yerde akşam yemeğimi yedim. Burada yediğim yemek de lezzetliydi. Karidesi enteresan bir sosun içinde pişirmiştiler. Yanına da değişik sebzeler ile birlikte pilav koymuşlardı. Sebzelerden biri bamyaydı ve alışık olduğumdan farklı olarak ince bibere benziyordu. Zaten biber diye düşünerek ağzıma atmıştım. Ama maalesef bamyaydı. Ancak benim için çok önemli bir andı. Hayatımda ilk defa lezzetli bir bamya yemiş oldum. Yegâne yiyemediğim yemek olan bamya ile barış ilan etmiştim. Bamya sevenler bamyanın ızgara halini kesin denemeliler. Hatta sarımsak ve ginger eklerler ise muhteşem olur. Cochin’deki son gecemde böylece tamamlanmış oldu. Ertesi gün Varkala’ya doğru hareket ediyorum Sevgiler www.yourwishisyourreality.com

Cochin’i Keşfediyorum

Cochin’in i gezmek üzere otelden ayrılır ayrılmaz yanıma bir rikşa geldi. 50 rupiye çevreyi dolaştırabileceğini söyledi. İlk başta oralı olmadım ama 50 rupiye, tüm Cochin’i gezmek iyi bir anlaşma sayılırdı. Şoför İngilizce de biliyordu. Rikşa şoförüne teklifini kabul ettiğimi söyledikten sonra Cochin içerisindeki turistik gezime başladım. Aslında Cochin’e gelişimle gezimin turistik kısmı da başlamış oldu. Aydınlanma konusundaki çalışmalara artık biraz ara verip orta yolu bulmak iyi olabilirdi. Rikşa şoförü ilk olarak St.Francis Kilisesine sonrasında ise Santa Cruz Basillica ve Dutch Palace’a götürdü. Hepsi Hıristiyan âlemine ait yapılardı. Rahibe Teresa organizasyonuna bağlı olarak çalışan merkezlerden biri de buradaydı. Hatta Cochin’deki sokaklardan birinde rahibe Teresa’nın heykeli dikmişlerdi. Geri dönerken yolda spice(baharat) markete uğradık. İçeride bir sürü güzel kokulu baharat satıyorlardı. Sırt çantamda yer olmadığından sadece kaju satın alabildim. Spice marketten ayrıldıktan sonra son durağımız Çin balık ağlarının bulunduğu yere giderken rikşa şoförü planda olmayan bir yerde durdu. Sokağın karşısındaki turistik eşyalar satan bir dükkânı göstererek alış veriş yapılsın yapılmasın getirdiği her müşteri için dükkân sahibinden puan aldığını söyleyerek dükkana uğramam konusunda ısrar etti. Böylece 50 rupiye beni gezdiriyor olmasının altında yatan hikâye belli olmuş oldu. Önce biraz kızmış olsam da adamcağız kazansın diye dükkândan içeriye girdim. Şöyle bir etrafa bakındım. Güzel şeyler vardı. Buradan bir şeyler satın almış olsam sırt çantamda koyacak yerim yoktu. Teşekkür ederek dükkândan ayrıldım. Rikşa şoförü Çin balık ağlarının olduğu bölüme beni bıraktıktan sonra ayrıldı. Karnımın acıktığını hissettim ve buranın meşhur caddelerinden “Princess Street” e doğru yürüdüm. Bu caddede güzel cafe ve resaturantlar olabilirdi. Evet, gerçekten de söylendiği gibi güzel bir caddeydi. Sokağın bitimindeki Köşe Cafede sebzeli tost yiyip çayımı içtim.
Bu caddede Tea Pot denilen güzel bir cafe olduğu söyleniyordu. Köşe cafeden çıktığımda sola doğru karşıki sokakta Tea Pot’un levhasını fark ettim. Keşke köşe cafeye girmeden fark etseydim diye düşündüm ama yine de oraya gidip oranın özel çaylarını içmeye karar verdim. Tea Pot cafe güzel bir kafeydi. Sarıya boyanmış duvarları, yüksek tavanı ve bir sürü eski çaydanlık, fincan ile düzenlenmiş güzel bir dekorasyonu vardı. Buraya bulunduğum sürece burasının sık sık geldiğim mekânlardan biri olacağı kesindi. Tea Pot Cafede darjeeling çayımı içtikten sonra saat 17.00 başlayacak olan Kathakali gösterisine gitmek üzere Kathakali merkezine gittim.
İsteyenlere gösteriden önce Kathakali sanatçılarının yüzlerine yaptıkları makyajı seyretme imkânı tanıyorlardı. Gerçek gösteri saat 18.30’da başlayacaktı. Doğal boya ve Hindistan cevizi yağını kullanarak makyajlarını yaptılar. Gösterinin başlama saati geldiğinde önce Kathakali danslarının tanıtımını yaptılar.Katha, hikaye, Kali’de oyun anlamına geliyormuş. Gösterinin konuları geçmiş Hindu mitolojilerinden seçiliyormuş. Geçmiş yıllarda saraylarda yapılan “Ramanattam” denilen klasik dans gösterilerinden geliştirilerek Kathakali dansları yaratılmış. Kathakali danslarını yapan kişiler makyaj, dans ve oyunculuk için 6 sene eğitim alıyorlarmış. Gösteri sırasında ise konuşma olmadan el, göz, mimik, beden hareketleri ile geçmiş efsaneleri anlatıyorlar. Gösteri canlı müzik eşliğinde yapılıyor. Bayağı yetenek isteyen bir iş, her elin, yüzdeki her mimiğinin hatta göz bebeği hareketinin bile bir anlamı var. 1,3 saat süren keyifli gösteriden sonra kaldığım otele gittim.
Neyse ki otelin Wi-fi hizmeti vardı. Yolculuk sırasında yazmış olduğum gezi yazılarını bloğuma ve face book’a aktardım. Ayrıca çektiğim fotoğrafları da teker teker facebook’a yükledim. Ertesi sabah otelde lezzetli bir kahvaltı yaptıktan sonra tekrar Cochin’in merkezine doğru yürüdüm. Dün gezip görülmesi gereken çoğu yere gittiğim için bu gün Cochin sokaklarında dolaşarak sadece keyif yapacağım. Bilgisayarımda yanımda. Tea Pot cafede çayımı içip bir şeyler yiyip yazılarımı yazmayı düşünüyorum. Tea Potta saat akşamüstüne kadar oturdum.
Sonra da güneşin batışını Çin balık ağları ile fotoğraflayabilmek adına sahile gittim. Hava biraz bulutlu da olsa güneşin batışını fotoğraflayabildim. Güneşin batışından sonra akşam yemeği için kaldığım otelin yakınındaki Oceanous isimli balık restaurantına gittim. Ginger soslu karides ve pilav ısmarladım. Yemek çok lezzetliydi, muz yaprağında servis yapıyorlardı. Buralara yolunuz düşer ise kesin bu restaurantta bir akşam yemek yiyin hem fiyatı uygun hem de yemekleri çok lezzetli. Yemeğimi yedikten sonra Kimansion geri dönüp maillerimi okudum ve gün içinde bitirdiğim yazıları facebook’a ekledim. Cochin’deki ikinci günüm de böylece bitmiş oldu. Sevgiler www.yourwishisyourreality.com

Kerala; Tanrının Kendi Memleketi

Bugün 16 Ocak 2012, Amma’nın Ashramından ayrılıyorum. Sabah ashramın cafesinde kahvaltımı yaptıktan sonra odama çıkıp Aylin ile vedalaştım. Aylin biraz daha burada kalacak. Ashramın giriş kapısına indiğimde bir rikşanın Hintli bir aileyi ashrama bıraktığını fark ettim. Rikşa şoförü sanki benim ashramdan çıkışıma göre gelişini ayarlamış gibiydi. Rikşa şoförü ile ücret konusunda anlaştıktan sonra Kayanakulum tren istasyonuna gittik. Trenin kalkacağı platforma geldiğimde benim gibi trenin gelmesini bekleyen Hintli bir gençten Cochin’de kalacağım oteli aramak için telefonunu kullanıp kullanamayacağımı sordum. Şansım varmış kabul etti. Cochin’deki oteli arayıp trenin Eranakulum’a varış saatini bildirdim. Bu şekilde Eranakulum’dan Cochin’e gidiş taksimde ayarlamış oldum. Telefonunu kullanmama izin verdiği için Hintli çocuğa teşekkür ettikten sonra beni Cochin’e götürecek trene bindim. Öğlene doğru Eranakulum’daydım. Tren istasyonunun çıkışında ismimin olduğu bir tabela aradım, maalesef yoktu. Belki de yanlış çıkıştayım diye düşündüm. Yanımdan geçen bir Hintliye burası dışında başka bir çıkış olup olmadığını sordum. O da bana ileride ana giriş çıkış kapısının olduğunu söyledi. Oraya vardığımda biraz bekledikten sonra yaşlı bir Hintlinin elinde bir kâğıtla bana doğru geldiğini gördüm. Elindeki kâğıtta benim ismim ile birlikte Cochin’de kalacağım otelin ismi yazıyordu. Eski model bir İngiliz arabasına binip Cochin’e doğru yola koyulduk. 45 dakika sonra Cochin’deydik. Cochin, bir İngiliz köyüne andırıyordu. Geçmişte burada kalan Avrupalılar alt yapıyı ve çevreyi o kadar iyi düzenlemişlerdi ki bazı yerler hiç bozulmadan korunmuştu. Yolun üzerinde tıpkı İngiltere’deki gibi yeşil renkli tabela üzerinde caddelerin isimleri yazılmıştı. Bir tek kırmızı telefon kulübesi eksikti.
Kerala’ya “The God’s Own Country” yani tanrının kendi memleketi deniyor. Ama yine de şimdilerde buralara tanrının elinin değmesi gerekiyor gibi. Kerala’nın sözlük anlamı ise; Hindistan cevizi tarlasıymış ki çok doğru. Çünkü her taraf Hindistan cevizi ağaçları ile kaplı. Buradaki halk Hindistan cevizinden bir sürü şey üretiyor. Örneğin; hindistan cevizinden halat, kap, kaşık gibi mutfak gereçleri ve yatak yapıyorlar. Ayrıca yiyecek, içecek ve yakacak olarak ta kullanılıyor. Bir de o güzelim Hindistan cevizi ağaçlarını keyifle seyretmek var tabii. (*) Kerala’nın tarihi MÖ 1.yüzyıla kadar gidiyormuş. Tarihi baharat yolu oluşmadan çok önce gemilerle baharat ticareti yapılmaya başlanmış. Yunanlı ve Romalı gemiciler bu egzotik baharatlar ülkesine gelmeyi tercih etmişler. Kerala’ya gelen ticaret gemileri arasında Mısırlılar, Çinliler ve hatta Babilliler bile varmış. O dönemlerde Kerala’da Budizm ve Jain dini yaygınmış. M.Ö 3.yy. da ise Hindu dini gelişmeye başlamış. İsa’nın 12 havarisinden biri olan Aziz Thomas 52 yılında Kerala’ya gelmiş ve burada Hıristiyanlığı yaymaya başlamış. 643 yılına gelindiğinde ise Müslümanlık yayılmaya başlamış hatta Hindistan’da kurulan ilk camii Kerala bölgesindeymiş. Vasco da Gama 1502 yılında tekrar bu bölgeye gelmiş. Ve böylece Portekizliler burada yayılmaya başlamış. Bazı restaurantların menü listesinde hala Portekiz yemeklerine rastlayabilirsiniz. Portekiz’in İspanya tarafından işgalinden sonra Portekizlilerin Hindistan’a göçü azalmış. Sonrasında Hollandalılar buraya yerleşmişler ve tarımda yeni teknolojiler getirmeleri, kumaş boyama öğretmeleri bölge içinde önemli gelişmelere sebep olmuş. Hindu mitolojisine göre Kerala’nın şöyle meydana gelmiş; Yaratılışın koruyucusu Vishnu’nun altıncı enkarnasyonu olan Parasuram, Hindistan’dan sürülmüş. Denizlerin efendisi Varuna, ister ise baltasını savurabileceği bütün yerleri ona hediye edeceğini söylemiş. Parauram’ın fırlattığı balta Kanyakumari’den Gokarna’ya kadar uçmuş. Varuna’nın gücüyle buralarda deniz geriye çekilmiş ve Kerala oluşmuş. Kerala’da okuma oranı %90 mış. Günlük gazetelerin en çok satıldığı yer Kerala’ymış. Kerala’da seçimleri ise her zaman Hindistan komünist partisi kazanırmış. Şimdi ise gelelim Cochin’e; Cochin, Hindistan’ın en büyük limanıymış.
Limandaki Çin tipi balık ağları Kochi’nin sembolü haline gelmiş. Bu ağların Kubilay Han döneminde tüccarlar tarafından bölgeye getirildiği tahmin edilmekteymiş(*) Cochin’deki otelim Kimansion’a vardığımda, uzun zamandır ilk defa güzel bir yerde konaklamanın keyfini yaşadım diyebilirim. Buradaki otellere “home stay” tipi diyorlar. Yani ev tipi pansiyonlarda kalıyorsunuz. Ama çok şık ve samimiler. Sırt çantamı odama bıraktıktan sonra buradaki günlerimi nasıl geçireceğim konusunda otelin sahibinden yardım aldım. Otel sahibi 2 gün Cochin’de kalmamı, sonraki gün ise Backwater turu adı verilen kanal turuna gitmemi önerdi. Gece kalmalı Backwater turu yerine 7 saatlik kanal turunu tercih ettim. Tek başıma gece kalmalı house boat gezisi keyifli olmaz diye düşündüm. Hindistan’ın bu taraflarına geldiğinizde yalnız seyahat etmemenizi öneririm. Neden diyecek olursanız; gezilecek pek fazla tarihi eser yok. Bu yüzden bir sürü boş vaktiniz olabiliyor, okunacak kitabınız var ise iyi. Ben yazılarımı yazdığım için çok sıkıcı olmadı. Ama yine de yanımda bir dost olması iyi olurdu. Otel sahibi ile gezi planını tamamladıktan sonra odama gidip duş aldım ve Cochin’i keşfetmek üzere otelden ayrıldım. Bugün ve yarın şu meşhur Cochin’i keşfeceğim Sevgiler www.yourwishiyourreality.com (*)-(*) Tarih ve geçmiş konusundaki bilgiler Zafer Bozkaya’nın Hindistan Gezi isimli kitabından alınmıştır.

19 Ocak 2012 Perşembe

Gülme Meditasyonu ile İnsan Olma Özelliğimizi Aktive Ediyoruz

Bugün 14 Ocak 2012, sabah 4.00 gibi Amerikalı dostumuz ile birlikte erkenden kalktık. Amerikalı dostumuz Amma’nın 1000 ismi ritüeline, biz ise pujaya gidiyoruz. İlk defa bir Hint pujası deneyimliyor olacağım. Bakalım neler olacak? Pujanın yapılacağı küçük temple’a geldik. Oraya vardığımızda bizimle birlikte 8-9 kişi daha puja için gelmişti. Saat 5.30 a doğru bu sayı 35-40’a çıktı. Riueli yapacak Hintli rahip vücuduna bej renkli bir sari sarmıştı. Bedeni ve yüzü ise boyalıydı. Hint pujasında Tibet Budizmindeki gibi yüksek sesle dualar okunmuyordu. Hintli rahip duaları içinden okuyor, önünde ateşin yakıldığı çukur ve bir sürü güzel çiçek yaprağı, otlar, su ve anlamını bilmediğim pirinçten yapılmış aletleri kullanarak sanki düzenleme yapıyor gibi elleri ile hareketler yapıyordu. Önündeki çukurdaki ateş ise sürekli tahta parçacıkları ve otlarla besleniyordu. Ateş şiddetini arttırmaya başlamıştı. Ateşin çok yakın olduğumdan dayamayıp arka tarafa geçtim. Nedense bu Puja bana ağır gelmişti. Puja bittikten sonra rahip puja talep edenlere Pharjad (içinde kuruyemiş, baharat, üzüm gibi besinlerin olduğu bir karışım), muz ve pujada kullanmış olduğu pembe çiçek yapraklarından verdi. Onları alıp arka taraftaki küçük temple’ın içine girdik. Temple içinde Ganesh, Amma ve Krişna’nın (buddha’nın reenkarnasyonu) resimleri vardı. Üçüne de yolumu açık etsinler diye dua ettikten sonra doğruca odaya çıktım. Odada 1,30 saat kadar dinledikten sonra kahvaltımı yapıp saat 10.00 gibi ise seva görevim olan composing için kumsala gittim. Composing işini organize eden Anna isimli Fransız bir kızla tanıştım. O gün benimle birlikte 6 kişi daha Composing işi için gelmişti. Çevreden toplanmış yapraklar arasındaki taş, kâğıt, iplik, metal, alüminyumlar ayrıştırarak composing makinesine hazır hale getirecektik. Etrafta pis bir koku vardı Burnum tıkalı olduğundan koku beni rahatsız etmiyordu. Çalışmaya gelenlerin çoğu fransızdı. Bir de güney Hindistanlı bir çocuk vardı. Türkiye’yi ve Tayip Erdoğan’ı tanıyordu. Hem çalışıp hem de sohbet ettik. 2.30 saat güzel bir şekilde geçmişti. Composing çalışmasından sonra üzerimdeki kokuyu yok etmek için odaya gidip duş aldım. Bugün öğlen yemeğinden sonra gülme meditasyonu çalışmasının olduğu merkeze gittim. Gülme meditasyonu neşeli olmak için büyük projeler geliştirmeye gerek olmadığını gösteren güzel bir çalışmaydı. Çalışmayı yöneten kişinin bu konuda bilgili olduğu anlaşılıyordu. Çalışma sırasında ben dâhil tüm katılımcılar çok eğlendik. Gülmek üzerine yapılan bilimsel araştırmaların sonuçlar ise enteresandı. Gülmek, bedendeki kan basıncı, şeker seviyesi, kalp, hormonlar, bağışıklık sistemine çok iyi geliyordu. Ayrıca kalori yakma konusunda da başarılıydı. Örneğin; 100 kere gülmek 15 dakikalık bisiklete binmeye, 10 dakika gülmek ise 30 dakikalık koşuya eşitti. Çalışma boyunca 3 saat gülerek egzersiz yapmış olduk. Yaşasın!!! Gülmek konusunda sayısal bir değer daha vermek istiyorum. 4 yaşındaki bir çocuk her 4 dakikada bir gülerken yetişkinler her saatte bir gülüyormuş. Sonunda önemli an geldi. Bu akşam ki Darshan ( kucaklaşma) sırasında Amma’dan mantra talep edeceğim. Ayrıca üzerinde gülen yüzlerin olduğu kahverengi kolyeyi boynuma takmasını isteyeceğim. Bu kolye artık gurunuz olduğunu gösteren bir işaretmiş. Artık bir kere buraya gelmiş olduk adet neyse onu yapacağız. Mantra verilmesi ve yapılacaklar konusu gizli kalması gerektiğinden bu konuda çok fazla detay yazamıyorum. Ertesi gün Amma’nın Ashramında geçireceğim son gün. Bundan sonra artık bildiğimiz hayata dönüyorum. Sadece gezmece olacak. Önce Cochin sonra Allepey Backwater turu, Varkala Plajı ve Trivandurum…Sonra da ver elini Sri Lanka…. Sevgiler www.yourwishisyourreality.com

Ashram Günlerim Devam Ediyor..

Bugün 13 Ocak 2012, sabah saat 11.15’de vedik astroloji danışmanlığı alacağım. Akşam üstü ise Amma ile sahilde meditasyon yapılacak. Kahvaltımı yapıp, kahvemi içtikten ve internet ofisinde maillerimi kontrol ettikten sonra beklenen an gelmişti. Biraz sonra vedik astroloji danışmanlığı için odaya girecektim. Vedik astrolojik danışmanlığım tam 40 dakika sürdü. Yıldızımın ne olduğunu öğrendim. Saturn’un hayatımdaki etkisi burada da kendisini göstermişti. Haritama bakan kadın seansın sonunda citrin ve ay taşının bana iyi geleceğini, sarı iplikli kolye takmamı, Ganesh ve saturn için puja yaptırmamı tavsiye etti. Bunun üzerine ertesi gün sabah saat 5.00 için puja randevumu aldım. 2001 yılından beri hayatımdan hiç eksilmeyen Saturn için artık bir şeyler yapmam gerekiyordu. Bankacılık yaparak uzun bir müddet haritamın dışına çıkmış olabilirim. Ama artık yaşam temama geri döndüm biraz insaf diyorum. Belki Sevgili Ganesh ile birlikte Saturn pujası Saturn ile aramı düzeltebilir. Kim bilir!!! Öğlen yemeğimizi yedikten sonra akşam üstü Amma ile yapacağımız meditasyon saatine kadar oyalandık. Bu arada Seva yapmak için randevu aldım. Bugünden sonra iki gün boyunca “Composing” dedikleri bitkilere yemek hazırlama işini yapacaktım. Kayıt masasındaki çocuk bu işi 2 ayrı gün yapmak istediğimden emin olup olmadığımı sordu. Kesin bu işte bir gariplik var galiba şeklinde düşünerek, bu işte özel olan nedir diye sordum. Biraz koku olabilir dedi. İlk günü geçirdikten sonra işi beğenmezsem farklı bir iş önerebileceğini söyledi. “Composing” in tercih edilmeyen bir iş olduğu kesindi. Bana sunulanı kabul etmeliyim diye düşündüm. Belki de “Composing” kibrim için iyi bir ilaç olabilirdi. Ne de olsa bitkiler sevgi enerjisini temsil ediyordu. Bitkilere karşılıksız yardım ederek kibrimi yumuşatmak için iyi bir tohum atmış olabilirdim. O gün öğleden sonra Aylin ile birlikte ayurveda doktoruna gittik. Beden temizliği ile ilgili Türkiye’de yapmış olduğum çalışmaları doktor ile paylaştım. Yaptığım çalışmaların ayurvedik çalışmalar olduğunu söyledi. Ayrıca Türkiye’de böyle çalışmaların yapılıyor olmasına şaşırdığını söyledi. Önerebileceği bir şey olmadığını söyleyerek öksürüğüm ve ayaklarımdaki şişmeler ile ilgili ayurvedik ilaçlar yazdı. Zira Bodhgaya’dayken feci şekilde üşütmüştüm.
Ayurvedik muayeneden sonra saat 16.30 gibi Amma’nın yapacağı meditasyon için Aylin ile birlikte kumsala gittik. Kumsalda Amma’yı beklemeye başladık. Amma 20 dakika sonra göründü. Önce bu akşama özel bir konuşma yaptı. Konuşmasını tamamladıktan sonra da katılımcılara söz verdi. Birkaç kişi deneyimlerini Amma ile paylaştılar. Sonra da hep birlikte yarım saatlik bir meditasyon yaptık. Arkadan gelen okyanus sesi ile birlikte meditasyon yapmak çok keyifli olmuştu. Meditasyondan sonra Amma bizlere şarkı söyledi. Ve son olarakta o gün ashramdan ayrılacaklar ile kucaklaşmasını tamamladı.
Bizde Aylin ile birlikte güneş batarken birkaç fotoğraf çektik. Çektiğimiz fotoğraflarda bizimle birlikte bir sürü orbs’un burada bizimle birlikte olduğunu fark ettik.
Akşam saat 19.00-20.00 arasında Amma ile orkestrası eşliğinde dualar söylendi. Akşam yemeğimizi yedikten sonra ise odamıza çekildik. Odaya o gün ayrılan avrupalı kız yerine Alman bir kız gelmişti. Amerikalı kadın her zamanki gibi sohbet ederken alman kız ashramda yüksek sesle konuşma yapılamayacağı konusunda sert bir şekilde bizi azarladı. Çaresiz çenemizi kapatıp uyumaya başladık. Buradaki son iki günümde şansım var ise belki Amma ile tekrar kucaklaşabilirim. Neler olup bittiğine bakmaktan ilk seferkini çok anlayamadım. Bundan sonraki darshanımda Amma’dan mantra talep etmek istiyorum. Özel mantra ile Amma’nın size yardım etmesi için özel bir kanal açılıyormuş. Neyse bakalım neler olacak? Sevgiler www.yourwishisyourreality.com

Divine Mother Amma’yı Görmeye Gidiyorum

Bugün 10 Ocak 2012. Kalachakra çalışması nihayet sonuçlandı. Bu akşam Aylin ve eşi Dost ile birlikte Gaya’dan trene binip Delhi’ye oradan da Kerala’ya gideceğiz. Orijinal planımda Delhi’den Goa’ya gidecekken direk Kerala’ya gidiyorum. Aylin ile birlikte yaşayan büyük gurulardan divine mother Amma’yı görmeye gideceğiz. Amma’nın ashramında 4 veya 5 gün kadar kalacağım. Aylin’nin niyeti ise daha uzun kalmak. Guru Amritanandamayi Ma ya da Guru Amma bedenlenmiş özel varlıklardan biri olarak biliniyor. Amma meşhur guru Babajiden sonra guruluğunu ilan etmiş olan iki kadından biri. Diğer kadın gurunun ismi ise Shirii Mataji. Guru Amma’nın öğretilerinin çoğu Budizm ile benzerlik gösteriyor. Çoğunluğu Amerika, Fransa ve Almanya’dan gelenler milyonlarca takipçisi var. Anladığım kadarıyla kazancını evrene yatırıyor. Yoksullara okul ve yaşam alanları oluşturup, deprem, sel gibi felaketlerde evsiz kalan insanlara sürekli yardımda bulunmakta. Ayrıca kadınların eğitim almaları ve kendilerini geliştirmeleri için Empowering woman projesini başlatmış. Bu proje kapsamında 100.000 kadına destek vermiş. Hastaneler kurmuş. İsterseniz Amma’nın yaptığı tüm çalışmaları www.embracingtheworld.org sitesinden takip edebilirsiniz. Amma dini tercihinin sevgi olduğunu söylüyor. Sharen Stone, Richard Gere gibi ünlülerde Amma’nın çalışmalarına katılmışlar. Amma bir sürü insanın hayatının değişmesinde rol almış. Senenin bu zamanlarında genelde buralarda olmazmış. Bu sefer bizim için fikrini değiştirmiş olabilir mi? Acaba. 11.Ocakta tren ile Delhi’ye indikten sonra Aylin’in eşinin Delhi’deyken kalacağı otele gittik. Otel havaalanına çok yakındı. Trenin Delhi’ye geç gelmesi ve Delhi trafiği sebebiyle Aylin ile eşi Dost, Delhi’yi gezme planlarını gerçekleştiremediler.
Aylin’in eşinin kaldığı otelinin yakınındaki dev Shiva heykelini ziyaret ettikten sonra 4 saat sürecek uçak yolculuğumuz için Delhi iç hatlar havaalanına geldik. Uçağımız hiç gecikmesiz kalktı. Trivandrum’a indiğimizde Ashram’a götürecek taksi şoförü bizi bekliyordu. 2 saat süren araba yolculuğundan sonra Amma’nın Ashramına geldik. Akşamları saat 22.30’dan sonra ashram kapısı kilitlendiğinden bize geçici bir oda tahsis ettiler. Ertesi gün original odamıza geçebileceğiz.
Ertesi sabah erkenden bilgilendirme merkezine gidip odamızı talep ettik. Bize 14.ncü kattaki bir odayı verdiler. Odanın bulunduğu binadaki asansör 12.nci kata kadar çıkıyordu. Sonraki katları yürüyerek çıkmamız gerekecekti. 14.kata geldiğimizde muhteşem bir manzara ile karşılaştık. Backwater ve milyonlarca palmiye ağacı bize bakıyordu. Odaya girdiğimizde ise büyük bir sürpriz bizi bekliyordu. Odanın içinde sadece bir yatak vardı ve oda çöp eve benziyordu. Odayı kullanan kızın eşyaları oda içine dağılmıştı. Aylin bilgilendirme merkezine gidip odayı değiştirmeyi teklif etti. Ben biraz ümitsizdim. Bavullarımızı odada bıraktıktan sonra Aylin oda değişikliği için bilgilendirme merkezine ben ise bir önceki akşam geçici kaldığımız odada duş almaya gittim. Tam giyiniyordum ki Aylin içeri girdi. Aylin odamızı değiştirmeyi başarmıştı. Bu çok iyi bir haberdi. Bavullarımızı 14.kattan alıp 8.kata indirip yeni odamıza doğru yönlendik. Bu odada bizim dışımızda iki kişi daha vardı. Odada ranza şeklinde 4 yatak vardı. Bir önceki ile karşılaştırıldığında bu oda çok temizdi. Kalanlardan biri Amerikalıı, diğeri ise Avrupalıydı. Avrupalı olan ertesi gün ayrılacaktı. İkisi de yıllardır Amma’nın ashramına geliyorlardı. Bizden daha çok deneyimleri vardı. Onlar sayesinde Ashram hakkında detaylı bilgiye sahip olabildik. Bu gün Amma’nın Ashram’da olduğu zamanlarda yaptığı kucaklaşma ( darshan) için numaramızı aldık. Kucaklaşma için öğleden sonra saat 16.00 gibi bize sıra geleceğini söylediler. Bu durumda etrafı biraz daha keşfetmeye karar verdik. Burası fazla lüks olmayan bir tatil köyü gibiydi. Meditasyon, astroloji, tarot, masaj, yoga gibi aktivitelere katılabiliyordunuz. Vedik astrolojisini deneyimlemeye karar verdim. Tarot için randevu almak istedik ama maalesef doluymuş. Ayrıca Ayurvedik danışmanlık ile gülme meditasyonuna yazıldık. Bir de “seva work “ dedikleri karşılıksız iş yapma işi var. Seva work yaparak ashramdaki işlere destek veriyorsunuz. Seva work’u isterseniz yapıyorsunuz, zorunluluk yok. Gitmeden en azından bir kez seva yapmaya niyetleyim. Akşamüstü saat 16.00 olduğunda Aylin ile birlikte Amma ile ilk kucaklaşmamız (Darshan) için sıraya girdik. Amma’nın olduğu bölüme uzun bir bekleyişten sonra gelebildik. Şöyle bir odaklanıp kadının enerjisini baktığımda, bayağı topraklanmış bir enerjisi olduğunu fark ettim. Kucaklaşma için bana sıra geldiğinde yerde ayaklarının dibinde oturttular, ona Türk olduğumu söylediler. Bir de sol yanağımı onun son göğsüne dayamamı istediler ve bu şekilde kucaklaşma başlayacaktı. Kucaklaşma olduğunda Amma bana keralaca bir şeyler söyledi. Yanımdaki kadından tercüme etmesini istediğimde “Benim sevgili çocuğum” dediğini öğrendim. Darshandan sonra Amma’nın bulunduğu bölümde yarım saat oturup meditasyon yaptık. Bu kadar topraklanmış bir insanın yakınında meditasyon yapmak çok kolaydı. Amma ile olan ilk günümüzde böylece tamamlanmış oldu. Sevgiler

18 Ocak 2012 Çarşamba

Beklenen An Geldi

Bugün Kalachakra uyumlamasının üçüncü günü. Dalai Lama sabah erkenden batılarla özel görüşme yapacağından sabaha karşı 3.30 da Anette ile birlikte yola çıktık. Saat 5.00’e kadar güvenlik kontrolünden geçmemiz gerekiyordu. Çalışmanın yapıldığı yere vardığımızda bizden çok önce gelip sıraya girmiş bir sürü insan olduğunu fark ettik. Sanırım birçok insan o gece uyumamayı tercih etmişti. Bir buçuk saat kadar kuyrukta bekledikten sonra ancak içeriye girebildik. İçeri girdikten 2,5 saat sonra da Dalai Lama o sevimli yüzü ile göründü. Elinde bir liste vardı. Elindeki listeden çalışmaya katılan kişilerin geldikleri ülkelerin isimlerini okuyarak kendilerini göstermelerini rica etti. Türkiye’yi söyleyecek mi? Diye düşünürken pat diye Türkiye dedi. Heyecanla elimdeki şalımı sallayarak kendimi belli ettim. Sonrasında ise Kalachakra çalışmasının öneminden, mutlu olmaktan ve hangi öğretilere daha fazla eğilmemizin iyi olacağından bahsetti. Dalai Lama’nın konuşmasını bitirdikten sonra kendisi için ayrılan bölüme oturdu.
Dalai Lama’nın oturduğu yerin tam karşısında özel bir alan var. Bu alanda Kalachakra mandalası rengârenk ince kum ile rahipler tarafından ince ince yapılıyordu. Çalışmanın ilk iki günü boyunca bu alan Dalai Lama tarafından kutsanmıştı.Çalışma başladığından beri sadece eğitim alanında değil Mahabodhi temple’da ve diğer tapınaklarda sürekli dualar okunup chanting yapılıyordu. Uyumlamadan önce yapılan bu çalışmalara ( Ground work) alan çalışması deniyordu. Çalışmanın 4.ncü günde Kalachkara Mandalası yarısı tamamlanmıştı. Dalai Lama bundan sonraki üç günü bodhisatva, meditasyon ve emptiness öğretilerine ayırdı. Çalışmanın son 3 gününde ise kalachakra uyumlaması yapılacaktı.
Kalachakra uyumlamasının yapılacağı ilk gün sabah saat 6.00’da Mahabodhi Temple’a toplanılacağı bildirildi. O gün Annette ile birlikte Temple’ın açılış saati olan 4.00’da temple’a gittik. Kimin nerede oturacağı çok net olmamakla birlikte chantingin yapılacağını düşündüğümüz yerin yakınında bir yere oturduk. Saat 5.30 gibi Budist dünyasının önemli kişileri teker teker görünmeye başladı. Önce rekarne olmuş Lamalardan 102.Gaden Tripa Kyabji Ricang sonra 17. Karmapa, 41. Sakya Trizin ve Kopan manastırının ünlü hocalarından Lama Rinpoche yerlerini aldılar. Tabii bir de tüm yakışıklılığı ile birlikte Richard Gere geldi. Richard Gere, sol tarafıma doğru oturdu. Onunla aramda 3-4 metre vardı. 17.Karmapa ve 41.Shakya Trizin ise tam karşımdaydılar, Onlarla aramdaki uzaklık ise 6-7 metreydi. Herkes Dalai Lama’yı bekliyordu. Ve sonunda Dalai Lama o sevimli gülümsemesiyle göründü. Dalai Lama ile aramda taştan stupa olmasına rağmen 3 metre vardı. Yana doğru eğildiğimde onu görebiliyordum. Bodhgaya’nın o derbeder enerjisi Kalachkara çalışması ile bayağı arındı diyebilirim.
Sonraki 3 gün de ise Kalachakra uyumlaması yapıldı. Uyumlamalar yapılırken Tibet müzikleri eşliğinde danslar da yapılıyordu. Tibetliler rengârenk kıyafetleri ile fantastik bir filmden çıkıp buraya gelmiş gibiydiler. Çok duygusal bir andı. Her taraf rengârenk tam bir festival havasındaydı. Kalachakra uyumlaması gerçekten güzel bir çalışma, buraya katılanlara olan biteni çok anlatmamalarını, bazı bilgilerin gizli kalması gerektiğini söylediler. Bu yüzden uyulmamalar hakkında çok fazla detay veremiyorum. Merak edenler Alexander Berzin’in Kalachakra hakkında yazmış olduğu kitabı inceleyebilirler. Ancak şu kadarını size söyleyebilirim, uyumlamayı aldıktan sonra hiçbir şey çalışma yapmasanız dahi 16 yaşam sonra aydınlanmayı garantilemiş oluyorsunuz. Çalışmanın son gününe geldiğimizde Bihar’ın belediye başkanı, organizasyonun en büyük sponsoru, Dalai Lama teker teker konuşma yaptılar.
Sonra da Richard Gere Dalai Lama’nın yazmış olduğu son kitabın tanıtımını yaptı ve hepimize artık dharma kardeşi olduğumuzu söyledi. Sanırım Dalai Lama’nın bu çalışmadan hayatınızda değişiklikler olacak dediği buydu!!! Ve bir şekilde Richard Gere ile dharma kardeşi olmuştum. Ailem genişliyordu. Son olarak ise Dalai Lama için uzun yaşam pujası yapıldı. Pujadan sonra iki oracle sahneye geldi ve Dalai Lama’nın 130 yaşına kadar yaşayacağını söylediler. Dalai Lama’yı görecek daha çok zamanım vardı. Belki de benim ömrüm ondan önce bitebilirdi. Kim bilir?
Kalachakra organizasyonunun tamamı çok iyiydi. 300.000 kişilik bir katılımı gerçekten çok iyi koordine ettiler. Özellikle Tibetli gönüllü gençlerin bu organizasyonun iyi geçmesinde büyük payı var. Kamp alanında, Bodhgaya sokaklarında gece gündüz demeden bizlere yardım ettiler. Kalachakra çalışmasının son gününde, eğitim sırasında her gün bizlere çay ve Tibet ekmeği pişiren bir çocukla tanıştım. Tibet’ten Nepal’e yürüyerek Dharamshala’ya gelen çocuklardandı ve Tibetian Childiren Village’ta öğrenimini devam ediyordu. Söylediğine göre her gün 300.000 kişiye çay ve ekmek pişiren o ve diğer 199 arkadaşıymış. Bu kadar öz verili çalışmayla eminim çocukların hepsi günün birinde aydınlanırlar hatta aydınlanmış dahi olabilirler, belki de şu an bize yardım etmek için bedenlenmiş olabilir. Ne dersiniz? Sevgiler

17 Ocak 2012 Salı

Aman Tanrım Richard Gere’da Burada!!!


Bugün 1.Ocak 2012 yeni yılın ilk sabahı. Bugün hava kendi rutininden farklı bir halde. Gündüzleri sıcak gece serin iken, geceleri sıcak gündüzleri yağmur yağmaya başladı. Kalachakra çalışmasının öğlen saatlerinde başlayacakmış.Öncesinde ise sabah 6.30 da chanting ( Budist textlerin dua şeklinde okunması) yapılacakmış. O sabahki chanting’e katılmak için kampın önünde bindiğim rikşada Tibetli genç kız Huma ile tanıştım. O diğer çocuklar gibi Dharamshala’daki TCV ( Tibetian Children Village)’de yaşıyordu. Eğitim alanına geldiğimizde giriş kartımı çadırda bıraktığımı fark ettim. Çadıra geri dönmem gerekiyordu. Kartım olmadan beni içeriye almazlardı. Hamu istersem kartımı almak için benimle birlikte çadıra gelebileceğini söyledi. Gelmesine gerek olmadığını söylesem de ikna edemedim. Aslında Hamu’nun benimle birlikte gelmesi çok iyi olmuştu. Zira unutkanlığım sebebiyle kendime söylenebilirdim. Hamu bir şekilde kendime kızmamı engellemiş oldu. Çadırdan eğitime giriş kartımı alırkan eğitimin ilk gününde safe keeping uygulamasına başlamamış olmaları riskine karşı cep telefonu, lap top e fotoğraf makinemi de çadırda bıraktım. Bir de onlar için tekrar çadıra geri dönmek istemiyordum. Mahabodhi Temple’in bulunduğu bölüme geldiğimizde Tibetli dostum Hamu ineternet cafe’ye gideceğinden vedalaştık. Ben de Kalachakra çalışmasına gittim. Eğitim alanına erken geldiğim iyi olmuştu. Sabahki chanting kısmına Dalai Lama’da eşlik ediyordu. Çok sevindim.
Pujadan sonra Kalachakra çalışmasının açılışı yapıldı. Dalai Lama, Kalachakra’nın bize neler sunacağını anlattı. Sürekli bahsetmiş olduğu sevgi, şevkat, bilgelik, sabır, cömertlik v.b gibi değerlerin arkasında gizli saklı hiçbir şey yok. Sanki onların bizzat kendisi olmuş gibi. Tibetliler onun Avalodaketishvara’nın dünyadaki görünümü olarak tanımlıyorlar ki bence tamamen doğru.

Dalai Lama konuşmasında, Kalachakra’nın en kuvvetli tantrik çalışmalardan biri olduğunu, etkisini görmek istiyorsak uygulamalarına zaman ayırmamız gerektiğini söyledi. İlave olarak Bodhisatva konusunda çalışma yapmamızı önerdi. Bodhisatva’nın ne demek olduğunu anlamak çok önemliydi. Kalachakra uyumlaması öncesinde hepimize Bodhisatva uyumlamasını da yapacağını söyledi. Bu seferki ile birlikte ikinci bodhisatva uyumlamam olacaktı. Geçen sene Dharamshala’dan Bodhisatva uyumlamasını almıştım. Gerçekten de insanın hayatında değişimlere sebep olabilen bir çalışma. Tibet budizmine göre Bodhisatvalar, aydınlanmış kişiler olmalarına rağmen insanlara yardım edebilmek adına aydınlanmak yerine dünyaya tekrar gelmeyi seçenler. Unutmayın, karşınıza çıkan herhangi bir insan Bodhisatva olabilir. Bodhisatva enerjisinde titreşmediğiniz için karşınızdaki kişinin Bodhisatva olduğunu anlayamayabilirsiniz. Bu nedenle aman siz siz olun karşınıza çıkanlara tepki verirken dikkatli olun. Dalai Lama konuşmasının diğer bölümünde, bu çalışmanın Buddha’nın aydınlandığı şehir olan Bodhgaya’da yapılıyor olması yedi kat daha etkili olacağını söyledi. Bodhgaya’daki şartların zorluğuna rağmen buraya gelmeyi seçtiğimiz için hepimizi tebrik etti. Konuşmasının sonunda ise ağırlıklı olarak önemli öğretilerden Emptiness’ten bahsetti.
Kalachakra çalışması için Tibet’ten 6000 kişi gelmişti. Demek ki Tibet’ten buraya gelmek için Çin polisine bir sürü para verilmişti. Tibet, Taiwan, Singapur, Burma, Thailand, Japonya, Avrupanın çeşitli ülkeleri, Rusya, Amerikalı bir sürü insan ve hatta sevgili Richard Gere ile M.Gandhi’nin torunu da buradaydı. Richard Gere protokolda siyah takım elbisesi ve beyaz gömleği ile tüm yakışıklılığı ile öylece oturuyordu. M. Gandhi’nin torunu ise güney Afrika’da yaşıyordu, bu çalışma için güney Afrika’dan Hindistan’a gelmişti. M.Gandhi’nin barış adına çalışan kişilere verilen ödülü 2011 yılında Dalai Lama’ya verilmişti. Güney Afrika hükümeti Dalai Lama’ya vize vermediği için Dalai Lama ödülünü burada alacaktı.

Dalai Lama ödülünü alırken 76 yaşında olduğunu ve ömrünün geri kalan bölümünde şiddete yönelmeyeceğine ve her zaman barışın destekleyeceğine dair söz verdi. Gandhi’nin torununa ise bazen barış adına çalışırken yalnız kalabildiğini bu yüzden de desteğe ihtiyacı olduğunu söyledi.
Türkiye’den bu çalışmaya katılan toplam beş kişiydik. Bu beş kişiden Aylin ve Dost ile tanıştım. Geçen sene de Bodhgaya’ya gelmişlerdi. Bodhgaya’da yemek yenilecek güzel yerleri gösterdiler. Sevgili Aylin ve Dost sayesinde Bodhgaya’da yemek yenilecek yerleri öğrendim.

Şimdilik hoşçakalın
Sevgiler

Yeni Yıl, 2011’e Hoşça kal, 2012’ye Hoşca Gel

Bugün yani 31 Aralıkta başlayacak olan Kalachakra çalışmasının 1 Ocak tarihine alındığı anons edildi. Sabahtan kahvaltımı yaptıktan sonra Mahabodhi Temple’ına gittim. Buddha’nın aydınlandığı Mahabodhi Temple’da yılın son gününü geçirmek şans getirebilirdi.

Mahabodhi Temple’a gitmek için çarşıdan geçiyordum ki bir de baktım ki bir sürü Tibetli yolun iki kenarında sıralanmışlardı. Bu sıralanma Holiness Dalai Lama’nın birazdan buradan geçeceği anlamına geliyordu. Aradan 1.30 saat geçtikten sonra o sevimli gülümsemesi ile Sevgili Dalai Lama tam bir metre ötemden arabasıyla geçti. Yılın son gününde Dalai Lama ile görüşmemi gerçekleştirmiş oldum. Bu seferkinle birlikte Dalai Lama’yı üçüncü görüşüm olacak ve her seferinde aynı duygusallaşmayı yaşıyorum. İnşallah daha uzun yaşar. Barış konusunda biraz daha çok insana ilham kaynağı olur.
Dalai Lama ile karşılaştıktan sonra Unesco’nun dünya mirasları listesinde yer alan Buddha’nın aydınlandığı Mahabodhi Temple’a gittim.

Burası bizim Kâbe ile aynı statüde bir yer. Herkes Kâbedeki gibi temple’ın etrafını tavaf edip, meditasyon yapıyor. Tibetli monklar ise temple’in içinde gruplar halinde ilahi okuyorlardı. Temple’ın içi o kadar kalabalıktı ki çok fazla kalmadım ve çadırıma gidip yeni yıla temiz girmek için banyo yapıp biraz dinlendim.

Akşam tekrar Mahabodhi temple’a gitmeyi planlıyorum. Yeni yıla bu kutsal yerde girmek iyi olabilir.
31.12.2011 akşamı Mahabodhi temple’a geldiğimde büyülü yerde olmanın ayrıcalığını hissettim. Temple’ın içindeki Buddha heykelini ziyaret ettim. Ve Temple’ın etrafında yedi tur attıktan sonra yarım saattir meditasyon yapıyordum ki düdükler çalmaya başladı. Temple kapanıyordu. Yeni yıla burada girme planlarım altüst olmuştu. Demek ki bu sene yeni yıla çadırda girmem gerekiyordu.

Manastırın dışına çıkınca para ile mum yakılan bir bölüm var. Aklıma kim gelen herkes adına 205 adet mum yakıp dilencilere para yardım ettim. Ne de olsa bugün yılbaşıydı. Çadırıma döndüğümde saat 23.25 idi. Yeni yıla 35 dakika vardı. Saat tam 24.00 olduğunda havai fişekleri atılmaya başladı. Annemin ve ablamın yeni yılını kutlamak için aradım ulaşamadım. Sadece Duyum ile konuşabildim. Sonra da yattım.


Yarın Kalachakra’nın ilk günü. Bayağı heyecanlı olacak. Bu sefer ki Kalachakra uyulmaması, 32.nci. Ayrıca Bodhgaya gibi kutsal bir yere yapılıyor olması ise çalışmanın gücünü arttıracağa benziyor.
Yarını iple çekiyorum.

Sevgiler

Bodhgaya’daki ilk günüm

Bugün 29.12.2012, yılbaşına 2 gün var. Bodhgaya’daki ilk günümde Tibetli

Semtea ve arkadaşlarının çadırında gözlerimi açtım. Daha doğrusu sabaha karşı 6.00 gibi Semtea ve arkadaşlarının konuşmaları ile uyandım. Nedense sabah sabah bu ne konuşması ya şeklinde söylenmemiştim. Acaba yazın annemin ev halkından önce kalkıp sabah uykumuzu mükemmel hale getirmesi beni artık rahatsız etmeyecek olabilir miydi? Bu durumu ancak yazın test edebileceğim.
Sabah erkenden Semtea’ların diğer arkadaşları da çadıra geldi. Gelenler toplam üç kişiydi. Biri büyük, diğerleri ise 8 ve 12 yaşlarında iki küçük kızdı. Bu iki küçük kızın aileleri Tibet’teydiler. Nepal sınırından 11 günlük zorlu bir yürüyüşten sonra Hindistan’a ulaşmışlardı. Tibet’te yaşayan ailelerin çoğunluğu, çocuklarını eğitim almaları için bu kanalla Dharamshala’daki TCV’ ye (Tibetian Children Village) gönderiyorlardı. Bu şekilde iyi bir eğitim alma imkanını yakalıyorlardı. Hep birlikte sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra Semtea ile birlikte Kalachakra bilgilendirme merkezine giderek benim çadırın yerini öğrendik. Kalacağım çadır Semtea’nınkine göre daha lükstü. En azından çadırın içinde yatak vardı, yerde yatmıyor olacaktım. Çadır 2 kişilik olmasına rağmen bir büyük, iki küçük olmak üzere 3 ayrı bölümden oluşuyordu. Küçük bölümleri kullanmamaya sadece ortadaki büyük alanı kullanmaya karar verdim. Küçük alanların giriş kapısına da masa ve sandalye koyarak güvenliğimi garantiledim. Gerçi kamp alanında nöbet tutan güvenlik görevlileri vardı ama olsun bu şekilde kendimi daha rahat hissedecektim. Semtea Bodhgaya’daki yeni evime yerleşmeme yardım ettikten sonra kendi çadırına geri döndü. Ben de merkeze gidip Kalachakra eğitimi için kayıt oldum.
Eğitim alanının yakınında bir sürü kuruluş ve manastır kendilerine özel masalar oluşturmuştu. Para yardımı yapmak isteyenler istediği kuruluşlara ve manastırlara yardım yapıyordu. Yardım yapılacak tutarın önemi yoktu. İçinizden ne gelir ise hatta 1 -2 usdlık dahi yardım yapabiliyordu.

Mali durumu iyi olmayan bir sürü Tibetli, Dalai Lama ve diğerleri için yardım yapmaları gerçekten takdire değer bir davranıştı. Bolluk ve bereket konusunda bir sürü çalışmalar yapılıp yeni anlayışlar geliştiriliyor bence öncelikle buradaki insanların bolluk ve bereket konusunu nasıl algıladıklarını incelenmesinde fayda var. Üzerinde eski elbiseleri ile yoksul olduklarını hemen anlayabileceğiniz bir sürü Tibetli sanki “benim bolluk ve bereket kaynağım limitsiz “dercesine manastırlara ve inandıkları şeylere sürekli üç beş para yardımı yapıyorlar. Ben de Kalachakra organizasyonu ile Dalai Lama Trust’a para yardımı yaptım. Burada yardım etmenin de özel bir ritüeli var. Donation kâğıdına isminizi ve bir de sizin için hangi konuda dua edilmesini istiyorsanız onu yazıyorsunuz. Örneğin dileğiniz iyi bir ilişki, şefkat, sevgi, barış olabiliyor. Tibetli rahipler de yazdığınız dileğe özel tek tek dua yapıyorlar. Donation konusunu da hallettikten çarşıdan Semtea’lara yiyecek bir şeyler alıp çadırlarına bıraktım. Akşam saat 18.00 gibi de akşam yemeğimi Kampın yakınındaki restaurantta yemek için çadırımdan ayrıldım. 3 gündür ağzıma koyduğum tek yemek buydu. Bisküvi yiyerek günlerimi geçmişti. .
Ertesi gün saat 7.00 gibi uyandım. Çadırdaki ilk gecem fena geçmemişti. Hayatımdan memnundum. İptidai bir şekilde de olsa banyomu yapıp dişlerimi fırçaladım ki telefonum çalmaya başladı. Arayan Semtea idi ancak telefonda konuşan farklı bir kişiydi. Telefondaki ses isminin Annette olduğunu telefon numaramı Semtea’dan aldığını ve benim çadırımda kalmasının uygun olup olmayacağını soruyordu. Biraz duraklasam da çadırda benimle birlikte birisinin olması iyi olabilir diye düşündüm. Zaten çadırım iki kişilikti. Benimle birlikte çadırı paylaşabileceğini söyledim. Yeni alman dostum Anette 20 dakika sonra çadırın giriş kapısında gözüktü. Israrla onu kabul edip etmeyeceğim konusunda emin olup olmadığımı soruyordu sanırım emin olamayan tek kişi ben değil kendisiydi. Bana önce gece kaçta yattığımı ve sabah kaçta kalktığımı sordu. Akşamları geç vakte kadar kitap okuduğundan beni rahatsız edebileceğini düşünüyordu. Sonunda çadırın arka tarafındaki küçük alanda yatmayı kabul etti. Ve eşyalarını getirmek üzere çadırdan ayrıldı. Ben de çantamı alıp kahvaltımı yapmak üzere akşam yemek yediğim restauranta gittim.

Kahvaltıdan sonra da Buddha’nın aydınlanmış olduğu Mahabodhi Temple’ının bulunduğu yere gidip internet cafede maillerimi son bir kez kontrol edip yeni yıl mesajlarına baktım. Çünkü Kalachakra çalışması başladığında internete bakma imkânım olmayabilirdi.
Maillerime baktıktan sonra biraz çarşıda dolaştım ve uzun zamandır satın almak istediğim Budist bell ile Dorje-Bass satın aldım. Budist bell, el çanı olmasına rağmen Tibet çanı gibi de kullanılıyordu. Artık buradaki kalabalıktan uzaklaşmak ve sakinliği hissetmek için çadırıma geri döndüm. Çadırıma geldiğimde yazılarımı yazmaya başladım. Aradan iki saat geçtikten sonra Anette çadıra geldi.

O akşam buradaki restaurantta Anette ile birlikte akşam yemeğimizi yedik ve sonra Semtea ve arkadaşlarına teşekkür etmek üzere onları çadırlarında ziyaret ettik. Semtea’larla birlikte olmak bana iyi geliyordu. O akşam güzel bir akşam geçirdik. Bodhgaya’daki ilk günüm fena geçmemişti. Her şey biraz daha güzelleşiyor sanki

Sevgiler
Www.yourwishisyourreality.com

Bodhgaya’ya Ulaşmaya Çalışıyorum

Beni New Jalpaiguri’dan Boddhgaya’ya beni götürecek tren 22.30 yerine 24.00’de perona geldi. Trende bir sürü Tibetli benim gibi Bodhgaya’ya gidiyordu. Yaşlısı, genci, çocuğu, bebeği herkes Dalai Lama’yı görmek için Bodhgaya’ya yönlenmişti. Ertesi gün öğlen saatlerinde Patna’ya vardık. Patna, aynı New Jalpiguri gibiydi. Aynı karmaşa ve keşmekeş burada da vardı. Karşılaştığım yoksulluk ve karmaşa sahip olduklarım için şükretmem gerektiğini hatırlattı. Sahip olduklarınızdan memnun değilseniz sadece bir saat kadar burada kalın ne kadar şanslı olduğunuza kanaat getirin.
İki günden beri karmaşanın olduğu şehirlerden geçiyor olmamdan mı nedir bilmem içimde anlayamadığım bir sıkıntı var. Patna’dan Bodhgaya’ya otobüsle gideceğim. Otobüsle 3 saat sürer deniyor olsa da bu üç saat 5 saate çıkabilir. Patna’ya daha erken varan bir treni seçmediğim için kendi kendime söylendim. Çünkü Bodhgaya’ya vardığımda hava kararmış olacak. Tren istasyonunun önünden bir rikşa kiralayarak Blue Shuttle’ların kalktığı yere gitmek istediğimi söyledim. Rikşa şoförünün ne demek isteğimi bir kere de anlaması iyiye işaret diye düşünüyorken otobüs istasyonunu görünce şoförün gerçekte beni anlamadığını fark ettim. Blue Shuttle yerine eski Hint filmlerindeki kapılardan camlardan insanların sarktığı otobüslerin kalktığı bir yere gelmiştik. Rikşa şoförü üzerinde mavi çizgilerin olduğu beyaz bir otobüsün önünde aniden durdu ve bu otobüsün blue shuttle şirketine ait olduğunu söyledi. Rikşa şoförünü, bu otobüsün Blue shuttle’a ait olmadığını ikna etmek gittikçe zorlaşıyordu. Çevremdeki kimse doğru dürüst İngilizce konuşmuyor. İngilizce bildiğini iddia edenler ise doğruyu söylemiyordu. Komedi mi yoksa korku filminin içinde miydim karar veremedim.
Bodhgaya’ya ulaşmak istiyorsam bir an evvel ne yapmam gerektiğine karar vermem gerekiyordu. Çaresiz rikşa şoförünün blue shuttle olduğunu iddia ettiği otobüse bindim. Bir müddet sonra dışarıda hararetli konuşmaların yapıldığı dikkatimi çekti. Benimle birlikte otobüse binenler otobüsten inmeye başladılar. Dışarıdaki başka adam ise, otobüsten bir an evvel inmem konusunda ısrarcıydı. Ne olduğunu anlamasam da içimden gelen sese güvenerek otobüsten indim. Biletimi aldığım adamdan bilet paramı iade etmesini istedim. Adamın hiç itiraz etmeden paramı iade etmesi, buralarda pek rastlanan bir durum değildi. Fazla kurcalamanın faydası yoktu ve Bodhgaya’ya kalktığını iddia eden ilk otobüse bindim. Otobüsü mutlaka görmeliydiniz. Oturma koltukları öyle küçüktü ki sanki çocuklara özel yapılmış gibiydi.
Saati kontrol ettim ve Bodhgaya’ya vardığımda hava kararmış olacağından geleceğimi haber vermek için Kalachakra organizasyonunu telefon ile aradım. Yanıt veren olmadı. Artık oraya vardığımda bir şekilde başımın çaresine bakacaktım. 5 saat sonra Gaya şehrine ulaştık. Ancak bir sorunumuz vardı. Otobüs şoförü fikrini değiştirmişti ve bizi Bodhgaya yerine burada yani Gaya’da bırakmak istiyordu. Otobüste benimle birlikte yolculuk yapan Tibetli amcalar şoförü ikna etmeye çalışsalar da şoför ikna olmamakta ısrar ediyordu. Sanırım ekstra para talep ediyordu. Bu uzatmalardan iyice sıkılmıştım. Otobüsten inip bir taksi kiralamaya karar verdim. Tam otobüsten iniyordum ki otobüsteki Tibetli teyze şoförün bizi Bodhgaya’ya götüreceğini söyleyerek beni durdurdu. Tibetli teyze de, otobüs şoförü de isteği konusunda ısrarcıydı. Kim kazanacak diye merak ederken şoförün kişi başı 100 rupi karşılığında Bodhgaya’ya gitmeye ikna olduğu bilgisi geldi. Bu durumda iki tarafta kazanmış görünüyordu, kaybeden yoktu. Boddhgaya’ya doğru yol alırken küçük sırt çantamın ön cebindeki iş telefonum çalındığını fark ettim. Gaya’da inen yolculardan birisi çalmış olmalıydı. Ve bu şekilde Hindistan’da her geldiğimde olduğu gibi telefon çaldırma ritüelini es geçmemiş oldum.

Bodhgaya’ya vardığımızda saat 19.30 olmuştu. Otobüs normal rutin istasyonunda durmak yerine bize kıyak geçerek Kalachakra kampının önüne kadar gelmişti. Ancak kamp denilen alan bir tane değil büyük geniş bir alana yayılmış bir den fazla komplexten oluşuyordu. Çadırımı bulmak konusunda ümitsizliğe kapılmıştım. Boddhgaya, Hindistan’ın en kutsal şehirlerinden biri olabilirdi ama yoksulluk ve hırsızlık hat safhadaydı. En güvenli yerin tren istasyonu olduğunu düşünerek eğer çadırımı bulamazsam tren istasyonuna gitmeye karar verdim. Belki de geceyi otobüsteki Tibetli ailelerin yanında geçirebilirdim. Ancak onların durumu bana göre daha ümitsizdi. Çünkü önceden yapılmış rezervasyonları yoktu. İyisi mi bir an evvel otobüsten inip başımın çaresine bakmalıydım. Tibetli aileler ile vedalaştıktan sonra otobüsten indim. Otobüsten iner inmez birden karşımda iki tibetli genç kız beliriverdi. Onlara elimdeki başvuru formunu göstererek organizasyon komitesinin bulunduğu yeri sordum. Önce başvuru formuna baktılar sonra içlerinden biri başvuru formdaki telefon numaralarını aramaya başladı. Ancak formdaki telefon numaraları yanıt vermiyordu. Ne yapsak acaba derken istersem geceyi onlarla geçirebileceğimi söylediler. İşte o anda baştan beri endişelenmeme gerek olmadığını anladım. Patna’daki ilk otobüsten mecburi inişim, kampın önüne kadar beni getiren otobüs, Semtea ve arkadaşı ile karşılaşıyor olmam hepsinde Allahın parmağı olmalıydı. Katkım olmadan her şey mükemmel bir şekilde ayarlanmıştı.

Semtea’nın çadırına gittiğimizde bana sıcak çay ikram edip yiyeceklerini benimle paylaştılar. Sıcak çay ve tibet kurabiyeleri çok iyi gelmişti. Semtea ve arkadaşı ile birlikle Budist rahibe de aynı çadırı paylaşıyordu. Rahibe Anula sürekli gülümsüyordu. İngilizce bilmediği için onunla işaret dili ile anlaşabildik. Hatta bana yeni bir mantra öğretti. Semtea ile İngilizce konuşmaya başladığımıza ise akşamları okuması gereken dualarını okumaya başladı. Semtea’nın diğer arkadaşı ise Dharamshala’daki bir okulda okuyordu. Amerikalı bir sevgilisi vardı. Semtea, Tibet’ten Hindistan’a yakın zamanda iltica etmişti ve Dharamshala’da garsonluk yapıyordu. Onlara ne kadar teşekkür etsem azdı. Tam kırılma noktama geldiğimde beni yukarıya çıkartmışlardı. O akşam uyuma vakti geldiğinde hayatıma giripte beni zorlayan herkese teşekkür ettim. Aslında zaman zaman farkında olmadan hayatımı anlamsız hale getirebiliyordum. İnşallah günün birinde gerçek maharetin ne anlama geldiğini keşfederim diye düşündüm. Belki de bundan sonraki yeni niyetim bu olmalıydı.

Hayatımda ilk defa çadır ve uyku tulumu deneyimini yaşıyorum. Böcekmiş, sivrisinekmiş hepsi birden önemsizleşmişti. Samtea’ya göre karşılaşmamız karmaydı. Belki de bu sıkıntılı anımda bana yardım etmesi için önceden yapılmış bir anlaşmamız olabilirdi. Her neyse şu an hiçbir şeyin önemi yok. Artık kendimi çok daha iyi hissediyorum. Allaha bana yardım ettiği ve benim nasıl bir insan olduğumu bilmeden çadırlarını benimle paylaştıkları için Semtea ve dostlarına çok teşekkür ettim. Bu gece yani 28 Aralık gecesi benim için şükran günü ve gecesi oldu.

Sevgiler
www.yourwishisyourreality.com

16 Ocak 2012 Pazartesi

Kutsal Temple’ı Görmeye Rumtek’e Dağlara Çıkıyorum.


26.Aralık günü sabahı saat 8.30’da sırt çantamı alarak kahvaltı için aşağıya indim. Tibetli teyze bana güzel bir tibet kahvaltısı hazırladı. Hatta yemediklerimi paket yapıp yanımda götürebileceğimi dahi söyledi. Hesabımı ödedikten sonra beni önce Rumtek sonra da New Jalpaiguri götürecek araca bindim. Aracın sahibi de Tibetliydi. Amcanın kızı da bizimle geliyordu. Yolda anneannesinin evine geldiğimizde inecekti. Önce küçük bir kız diye düşünsem de sohbetimiz sırasında üniversiteyi bitirdiğini ve şu an master yaptığını öğrendim. Tibetliler genelde oldukları yaşa göre çok genç görünüyorlardı.
Gangtok, Rumtek arası 20 km idi. Tam Gangtok’un karşısındaki dağa gidecektik. Önce bulunduğumuz dağdan döne döne aşağıya inecek sonra diğer dağa doğru döne döne yukarı çıkacaktık. Arada bir Tibetli amcanın kızıyla sohbet ederek Rumtek’e vardık. Burası küçük bir dağ kasabasıydı. Huzur rüzgârları esiyordu. Tibetlilerin camiasında kutsal olarak bilen Karmapa’lara ait Rumtek manastırına gittik. Burası küçük bir Tibet haline getirilmişti. Manastırın içini gezip duamı yaptıktan sonra New Jalpaiguri’ya doğru yola çıktık. 90 km yolu yaklaşık 3 saatte aldıktan sonra New Jalpaiguri’ya vardık. Trenimin kalkmasına daha çok vardı. Şehrin kalabalıklığı, her kafadan bir sesin çıkması, yollarda hiçbir trafik kuralının işlemiyor olması, herkesin aynı anda nedensiz korna çalıyor olmaları karşısında dağlarda kalmak en iyisi gibi görünüyordu. Dağda yaşayan insanların zorluklara rağmen evlerini dağların üzerinde inşa etmiş olduklarının sebebi çok açıktı. Dağlar şehirlere göre daha da gelişmişti.
Sırt çantamı tren istasyonundaki emanete teslim ettikten sonra 10 dakika uzaklıktaki Siliguri’ye gidip internet cafede maillerime baktım. Maillerime baktıktan sonra Siliguri’de yapılacak çok bir şey olmadığından tekrar tren istasyonuna döndüm. Bekleme salonunda kitap okuyarak trenin kalkmasını bekledim. Geçen seneki Hindistan gezimde treni ulaşım aracı olarak kullanmayı bırakmaya karar vermiştim ama bu bağlantıda trenden başka alternatifim yoktu. İnşallah güzel bir tren şansıma düşer diye düşündüm. Ertesi gün ise Patna’ya oradan da Bodhgaya’ya gideceğim. Burada Kalachakra organizasyonunun çadırlarında kalacağım. Benim çadırım semilüks tipte ve 2 kişilik, sadece bana ait olacak. 12 gün kadar çadır hayatını deneyimleyeceğim. Bakalım nasıl olacak?
Artık Himalayalara allahaısmarladık diyorum
Sevgiler
www.yourwishisyourreality.com

Gangtok’a Doğru Yol Alıyorum


Sabah saat 7.30 gibi kahvaltımı yapmak için Dekeling Otelinin restaurantına gittim. Tibetli monklar erkenden gelip restaurantın bulunduğu bölümdeki odada pujaya başlamışlardı. Tibetli monkların duaları ile birlikte kahvaltımı yaptım. Saat 8.00 gibi resepsiyona inip oradan saat 8.30’da kalkacak paylaşmalı taksilerle Gangtok’a gitmeyi planlıyordum. Resepsiyona inip check out yapmak istediğimi söylediğimde biraz beklememi söylediler. Aradan 10-15 dakika geçti, halen bekliyordum. Taksiyi kaçıracağım için endişelenmeye başlamıştım. Bir bildikleri vardır diye düşünürken otelin sahibi Ms Norbu Dekeva göründü. Elinde bir kata vardı. Bana teşekkür ederek katayı (beyaz saten şal) boynuma taktı. Tibetliler için kata olayı çok önemlidir. Katayı genelde saygı duydukları kişilerin boynuna veya manastırlarda ise kutsal kişilerin heykelleri üzerine koyarlar. Ayrıca kataları kutsal saydıkları Dalai Lama, Karmapa gibi kişilere kutsatıp şans getirmesi için evlerinin özel bir köşesine koyarlar.
Ms.Norbu Tekeva’ya nazik jesti için teşekkür ettikten sonra hesabımı ödedim ve hemen otelden ayrıldım. Ancak taksi paylaşımı yapılan yere geldiğimde taksinin yola çıkmış öğrendim. Bir sonraki taksi paylaşımı saat 10.40 da yapılacaktı. O kadar saat burada bekleyemezdim. Bunun üzerine tek başıma taksi kiralamaya karar verdim. Zira Gangtok’ta görmek istediğim yerleri kaçırmak istemiyordum. Gangtok ile Darjeeling’in arası 120 km idi. Himalayalarda 120 km’nin ne kadarlık bir yola tekabül ettiğini Badgogra-Darjeeling arasındaki seyahatimde çok iyi öğrenmiştim. 120 km lik yol minimum 3.30 saat sürecek bir yol demekti. Yollar çok dar ve büyük bir bölümü ise bozuktu. Yer yer dağlardan yola çökmeler olmuştu. Bozuk olan yollar düzetiliyordu. Düzeltme yapılan bölgelerde tek geçişli yola izin verliyordu. Bu nedenle yolda uzun beklemeler olabiliyordu. Tam 3 saat sonra Sikkim sınırına gelebildik.
Sikkim’e girişte izin alınması gerekiyordu. Sınırda yabancıların vize aldığı bölüme gidip, pasaportumun fotokopisi ile resmimi teslim ettim. 10 dakika içinde Sikkim’e giriş iznimi verdiler. Sikkim’in içerisinde sigara içmek tamamen yasaktı. İçenlerin cezalandırılacağına dair ilanlar asılmıştı. Saat 14.00’ gibi Gangtok’taydım. Gangtok’taki otelimin ismi Tashi Tagey’di. Burası da Tibetli bir aile tarafından işletiliyordu. Kocaman bir oda hazırlamışlardı Otelin sahibi ile birlikte Gangtok’ta gezebileceğim yerleri planladık, anlaşılan bu öğleden sonra Gangtok’taki çoğu yeri görmüş olacaktım. Bu durumda ertesi gün New Jalpaiguri’ye gitmeden önce Rumtek’e de uğrayabilirdim. Rumtek’te, Gangtok ve Darjeeling gibi Himalaya dağların üzerinde kurulmuş bir şehirdi. Burada Rumtek manastırı olarak bilinen bir manastır vardı ve bu manastırın çok kutsal olduğu söyleniyordu. eşyalarımı odama bıraktıktan sonra benim için ayarladıkları taksiye binerek buranın meşhur manastırlarından Enchy manastırına gittim. Enchy manastırı şehrin en tepesindeydi.

Manastırı ziyaret ettikten sonra aşağıya doğru yürüyerek Gangtok’un içini dolaştım. Gangtok dağların üzerinde kurulmuş bir şehirdi. Akşam otele ulaştığımda çayımı içip otel sahibinin hanımı ile sohbet ettik. Otel sahibinin hanımı önce benim nereden geldiğimi ve ailemin nasıl olduğunu öğrendikten sonra kendi ailesi hakkında bilgi verdi. 2 oğulları vardı. Oğullarından birisi fotoğrafçıydı ve geçen sene fotograf çekimi için İstanbul’da bulunmuştu. Daha çok küçükken Tibet’in işgalinden sonra Tibet ile Gangtok arasındaki 65 km yolu ailesi ile birlikte yürüyerek gelmişlerdi. Tibet’in buraya sadece 65 km uzakta olması çok enteresandı ancak malum sebeplerden ötürü sınır kapısı şu an kapalıydı. Sohbetimiz devam ederken kendime bir de sebzeli nodul çorbası ısmarladım, Çorbası muhteşemdi. Artık odama çekilme zamanı gelmişti ve Tibetli teyzeye sohbeti için teşekkür ederek odama çekildim. Gangtok, Darjeeling’e göre daha sıcaktı. Bu gece üşümeden güzel bir uyku uyuyabilecektim. Bu gece yazılarım açısından verimli bir gece oldu. İki yeni yazımın taslaklarını oluşturdum. İçerikleri bayağı enteresan olmuştu.
Yarın Rumtek’ten sonra Himalayalardan ayrılıyor olacağım

Sevgiler
Sibel
www.yourwishisyourreality.com

Himalayalarda Christmas Kutlaması

24 Aralıkta sabaha karşı saat 4.00’de Delhi havaalanına indim. Çay diyarı Darjeeling’e gidebilmek için saat 6.00’da kalkacak olan Bagdogra uçağına yetişmem gerekiyordu. Delhi havaalanındaki shuttlelardan birine binerek iç hatlar havalimanına geçtim. Bagdogra uçağı önce saat 7.30’a sonra da saat 11.30 a ertelendi. İkinci ertelemede 7.30-11.30 arasında diğer yolcular ile birlikte spicejet uçağının içinde bekledik. Meğerse yılın bu zamanlarında Delhi’de sisten ötürü tüm uçaklarda gecikmeler yaşanırmış. Delhi’ye bu tarihlerde gelmeyi düşünenler sis konusunu mutlaka dikkate alsınlar.
5,5 saat süren İstanbul- Delhi yolculuğumda gözümü hiç kırpmadığımdan sisin kalkmasını beklerken Bagdogra uçağındayken dayanamayıp uyuya kalmışım. Bagdogra’ya vardığımızda saat 15.30’u gösteriyordu. Bagdogra’dan Darjeeling’e gitmek için daha 120 kmlik yolum vardı. Prepaid taksi ayarlamaya çalışırken Koreli bir çocuk yanıma yaklaştı ve taksisini onunla paylaşıp paylaşamayacağımı sordu. Hemen kabul ettim. Yolda giderken yanımda sohbet edecek birisinin olması iyi olacaktı. Rhue’nin seyahat stiline hayran kaldım. Arkasında bildiğiniz küçük sırt çantası ile seyahate çıkmıştı. Bavulumun içeriği her seyahatimde biraz daha azalsa da Rhue ile aynı seviyeye gelmem imkânsız gibi gözüküyor. Kim bilir günün birinde belki ben de becerebilirim.
Darjeeling’e gidiş yolumuz keçi yolunu andırıyordu. Taksi jeep ile kıvrıla kıvrıla Himalayaların arasından yol aldık. Yolumuz üzerinde Nepal sınırından geçtik. Nepal’in Darjeeling’e yakın olduğunu biliyordum ama bu kadar yakın olabileceğini düşünmemiştim. Darjeeling’in Nepal dışında Sikkim, Bhutan ve Tibet’le de sınırı vardı. Anlayacağınız Darjeeling enterasan bir konumdaydı.
Yaklaşık 3,5 saat sonra saat 19.00 gibi Darjeeling’e vardık. Darjeeling’te kalacağım otelin ismi Dekeling Hoteldi. Otelin sahipleri Tibetliydi. Koreli dostum Rhue önceden rezervasyon yaptırmadığından başka bir otele gitmek zorunda kaldı. Uçağın geç kalkması sebebiyle original planıma göre bugünü tamamen kaçırmıştım. Odama gitmeden önce resepsiyon görevlisi ile birlikte kaçırdığım zamanı da dikkate alarak ertesi gün için geniş kapsamlı bir tur planladık. Ertesi gün saat 5.00 gibi şoförlü bir araç beni otelden alacaktı. Sadece Unesco’nun Dünya mirası listesinde yer alan ray genişliği 60 cm olan dünyadaki en yüksek tepede kurulmuş oyuncak trene ( Toy Train) binemeyecektim.

Sadece trenin kendisi görmekle yetinecektim ki çok ta kötü bir fikir değildi. Planlamamızı bitirdikten sonra odama yerleştim. Odam beklediğimden daha lükstü. Lüks derken sakın aklınıza 5 yıldızlı otel gelmesin. Üç yıldızlıların beş yıldızı gibi düşünebilirsiniz. Odadaki tek eksik kalorifer tesisatıydı. Oradaki diğer binalarda aynı özellikte idi. Isıtıcı niyetine sıcak su torbaları kullanılıyordu. Ama yine de oda çok soğuktu. (Ertesi akşam elektrikli soba alternatifini denemek zorunda kalacaktım) Akşam yemeğimi otelin restaurantında yemeye karar verdim. Yemekten sonra ise içerisinde antika denilebilecek bir sobanın ve Tibetli monkların dua odasının bulunduğu üst kattaki oturma odasına gittim. Odanın giriş kapısında ve odanın ortasında yaklaşık 400 kadar sıra sıra dizilmiş mumlar bulunuyordu. Burası sürekli sıcak tutuluyordu. Otelde kalanlar boş vakitlerini bu odada geçiriyordu. Ayrıca dünyanın 3.büyük dağı Khangchendezonka ile arkadaşlarını karlar içindeki halini pencereden net bir şekilde izleyebiliyordunuz. İlk akşamımda bu odada ben de zencefil-limon çayımı içip maillerimi kontrol ettim. Ertesi gün gün doğmadan Tiger Hill’e güneşin doğuşunu seyretmeye gideceğimizden erkenden odama gidip duşumu aldıktan sonra uyudum.

Ertesi gün Tibetli Sondoz’un aracıyla saat 5.00’de yola çıktık. Sondoz’un anlamı “Yeter” demekti. Kaç kardeşi olduğunu sorduğumda, iki yanıtını alınca Tibetlilerin “ Yeter” i bizdeki anlamında kullanmadıklarını anladım. Darjeeling ile Tiger Hill arası 11 km idi. Ancak keçi yoluna benzer bir yolda küçük bir jiple ilerlediğimiz için Tiger Hil’e varmamız 45 dakikamızı aldı. Tiger Hill’in yüksekliği 2600 m idi. Tiger Hill’in taleplisi çoktu. Öyle ki güneş doğmadan 2.30 saat önce gelip güneşin doğuşunu seyredebilecekleri en uygun yeri seçiyorlardı. Erken gelip o kadar saat beklemediğimiz için Sondoz’a teşekkür ettim. Soğukta 2.30 saat beklemek benim için yorucu olabilirdi. Ama yine de bir an şöyle bir geçmişe gittim ve eski Sibel olsa diğerleri gibi saat 4.00’de hazır ve nazır burada güneşin doğmasını beklerdi diye düşündüm.

Tiger Hill’den güneşin doğuşu ile birlikte dünyanın en yüksek dağlarını da izleme şansını elde ediyordunuz. Everest (dünyanın en yüksek dağı-8848), three sisters ( büyük, orta ve küçük kardeş dağları; yükseklikleri sırayla 2936, 2764,2694 m), Khangchendezonka ( Hindistanın en yüksek dağı, dünyanın ise 3.büyük dağı- 8598 metre) tam karşınızdaydı. Güneşin çıkışı ile birlikte Khangchenzonka ‘ın bulunduğu dağ kümesi de kırmızı rengi almaya başladı. Manzara son derece büyüleyiciydi.


Güneşi doğurduktan sonra otele dönüş yolunda Sondoz beni Yıga Dhoeling ile Druk Sa-Ngag Choeling Manastırı ile Darjeeling War Memorium’a götürdü. Otele vardığımda saat 8.00 olmuştu. Ve karnım çok açtı. Eşyalarımı odama bırakıp hemen kahvaltı salonuna gittim. Kahvaltıda New Zealandlı bir baba ve 2 kızı ile aynı masada oturduk. 2 aydır Hindistan’ın Budist şehirleri dolaşıyorlarmış. Ailenin annesi ise Bodhgaya’da Vipassana kampındaymış. Bir ay daha Hindistan’ı dolaşacaklarmış.
Kahvaltıdan sonra Darjeeling çarşısını gezmek üzere dolaşmaya çıktım. Çarşıda biraz dolaştıktan sonra karla kaplı yüksek dağları seyrederek güzel bir kahve içtim. Sonra tekrar etrafı kolaçan ettikten sonra meşhur Darjeeling çayını denedim. İlk denediğim çay beyaz çay ailesinden Darjeeling çayı idi. Mükemmel bir çaydı. Benzer çayı ilk Nepal’de içmiş ve hemen satın almıştım. Sevdiğim çaya tekrar kavuşmak beni çok mutlu etmişti. Biraz tereddüt etsem de açgözlülük yapmamaya karar vererek sadece 100 gr kadar satın aldım. Nepal’den sonra da bulamam diye düşünmüştüm ama tekrar hayatıma girmişti. Yine tekrar hayatıma girme şansı vardı. Ve böylece işimi şansa bıraktım.
Öğleden sonra 12.00 gibi Sondoz ile tekrar buluşup Darjeeling’in diğer popüler yerlerini gezmeye başladık. İlk durağımız Japon Peace Pagodaydı. Gerçekten de Pagoda’nın bulunduğu alan girdiğinizde huzuru hissedebiliyordunuz. Pagoda’dan sonra içerisinde sadece Himalayalarda yaşayan hayvanların bulunduğu hayvanat bahçesine gittim. Soyu tükenmekte olan siyah ayıyı gördüm. Geçmişte Çinlilerin safra kesesi ilaçları için siyah ayıların öldürüldüğünü öğrendim. Dünyada yaşayan en eski hayvan türlerinden Himalaya kurdu da buradaydı. Bu arada Himalaya kurtları 800.000 yıldır dünyadalarmış. Ayrıca soyu tükenmekte olan kırmızı panda, Tibet’te 2000 m ve üstünde yaşayabilen ineğe benzer bir hayvan olan Yak, Leopar, Common Langur (orman içinde özel vigilance (uyanıklık, dikkat) sistemleri aracılığıyla kaplanların gelişini ormandaki diğer hayvanlara haber veren maymun), rengarenk kuşlar, kaplanlar, keçiler, sürüngenler de buradaydı. Sadece Himalayalarda yaşayan hayvanların bir yerde toplandığı hayvanat bahçesinin olması iyi fikirdi.

Hayvanat bahçesinden sonra Tenzin Rock’a gittik. Burası kaya tırmanışının denendiği bir yerdi. Sondoz istersem kaya tırmanışını deneyebileceğimi söyledi. Biraz tereddütte kalsam da kabul ettim. Ve kaya tırmanışına başladım. Kayanın orta bölümüne geldiğimde korkudan ölüyordum. Enteresan şeyleri denemeyi severim ama bu deneme beni bayağı korkutmuştu. O an kaya tırmanışı yapanları takdir ettim. Hâlbuki çok kolay olabileceğini düşünmüştüm. Ön yargılarımın yanılsamasına bir kez daha tanık oldum.
Kaya tırmanışından sonra çay bitkilerinin yetiştiği Tea Garden bölgesine gittik. Burada isterseniz eski zamanlarda çay yetiştiren köylülerin kıyafetlerini giyip fotoğraf çektirebiliyordunuz.

Başta bu kıyafetleri deneyenleri seyrettim sonra dayanamayıp ben de bir tane denedim. Yeşil bitkilerin arasında rengârenk giysiler çok güzel görünüyordu. Benimle birlikte elbise deneyen Hintli ve Tibetli dostlarımla birlikte bol bol fotoğraf çektirdik. Çoğu beni Hiristiyan zannederek Christmasımı kutladılar. Tea Garden deneyiminden sonra gezecek 2 yerimiz daha vardı ama Sondoz bu yerlerin Pazar günü olması sebebiyle kapalı olduğunu söyledi. Yapacak bir şey yoktu ve otele döndük. Otele geldiğimizde saat 15.30’du ve daha gün bitmemişti. Bunun üzerine sabah uğradığım Tea House’a gidip birkaç çeşit çay daha denedim. Darjeeling’e gelip birkaç çeşit çay tatmamak olmayacaktı. Çay deneme seramonisinden sonra Dekevans restaurantta gidip yemeğimi yedim. Sonra da otelin oturma salonuna gidip Darjeeling maceramı yazıya döktüm. Yarın erkenden Sikkim’e gitmek üzere yola çıkacağım. Sikkim’de Gangtok’a gideceğim. Zamanım olursa Rumtek’e de uğrayabilirim. Her şey yarın Gangtok’taki otelime varış saatime göre belirlenecek. Gangtok’a gittiğim için çok heyecanlıyım. Burası Budist Guru Padmasambhava’nın yaşadığı yerlerden biri.
Darjeeling’e artık hoşcakal diyorum, kısa da olsa güzel zaman geçirdim. Teşekkür ederim

Sevgiler
sibel
www.yourwishisyourreality.com